Dursun Kutlu, askerlik dönüşü kötü alışkanlıklarını ve eski arkadaşlarını bırakmıştı. Arkadaşlarıyla sohbet için gittiği kahvede genellikle Sebilürreşad Gazetesi’ndeki konular çerçevesinde sohbet ederlerdi.
Dursun Kutlu, askerlik dönüşü kötü alışkanlıklarını ve eski arkadaşlarını bırakmıştı. Arkadaşlarıyla sohbet için gittiği kahvede genellikle Sebilürreşad Gazetesi’ndeki konular çerçevesinde sohbet ederlerdi. Daha sonra Binnur Mecmuası’nı da masaya getirerek sohbet konularına dâhil ettiler.
Sebilürreşad’ın son sayısı masaya geldiğinde Dursun Kutlu, “Bediüzzaman’ın Gençlik Rehberi” kitabına açılmış olan mahkemede avukatların yaptığı müdafaayı kaleme alan Eşref Edip’in makalesini heyecan içinde okur. Masadaki herkes bu ibret dolu yazıdan çok etkilenir. Dursun Kutlu 1952 yılında ilk defa bu kahve sohbetinde Bediüzzaman ismini duyar.
Dursun Kutlu, Adıyaman merkezde ayakkabı işi ile uğraşan bir esnaftı. 1952 yılında ayakkabı malzemesi almak için İstanbul’a giderken Eşref Edip’in Cağaloğlu'nda, Bab-ı Âli'deki yazıhanesine uğrar. Ona, kaleme aldığı “Bediüzzaman’ın Müdafaası” yazısını okuduğunu ve bu yazıdan çok etkilendiği için Bediüzzaman’ı ziyaret etmek istediğini söyler. Eşref Edip, Dursun Kutlu’ya duyduğu kadarıyla Bediüzzaman’ın Emirdağ’da olduğunu söyler. Dursun Kutlu hemen İstanbul’dan Eskişehir’e oradan üstü açık bir pikapla Emirdağ'ına geçer. Emirdağ’a vardığında Bediüzzaman’ın evinin adresini sorup soruşturur. Ona adres olarak Osman Çalışkan’ın bakkal dükkânını tarif ederler. Dursun Kutlu, Osman Çalışkan’a kendini tanıtarak Bediüzzaman’ı görmek istediğini söyler. Osman Çalışkan da onu Bediüzzaman’ın evine götürebileceğini söyler. Osman Çalışkan önce Bediüzzaman’dan izin alınması için biriyle ona haber gönderir. Bir zaman sonra gelen haberde Bediüzzaman’ın müsait olmadığı ve şu an görüşemeyeceğini öğrenir. Dursun Kutlu, Osman Çalışkan’ın komşu dükkânın sahibi olan Mehmet Çalışkan’ın yanına giderek durumunu ona anlatır. Tıpkı Osman Çalışkan gibi gelen haberde Bediüzzaman’ın müsait olmadığını onunla görüşemeyeceğini öğrenir. Dursun Kutlu çaresizlik içinde kendi kendine: “Ne kadar uzak mesafelerden geldim, ne zahmetlere katlandım, fakat Bediüzzaman’ı göremiyorum” der. Merak ve çaresizlik iki sivri diş gibi Dursun Kutlu’nun yüreğini sıkmaya başlar. Acı içinde otel odasına geçerek anne ve babası vefat etmiş bir çocuk gibi ağlamaya başlar. Dursun Kutlu, kararmış iç âlemindeki derin kuyudan çıkmak için ellerini yukarıya doğru açarak: “Ya Resulallah! Sana gelen hangi bedeviyi geri çevirdin ki, Hoca bizi böyle geri çeviriyor?” diye duâ ederken birden sanki biri ona emreder gibi bir sesle: “Kalk!” der. O gayrı ihtiyarî ayağa kalkar ve otel odasından aşağı iner. Doğruca Bediüzzaman’ın evine gider. Kapıda bekleyen uzun boylu gence (Mustafa Acet) hiçbir şey demeden doğruca evden içeri girer. Genç hemen atılarak önce Dursun Kutlu’nun başındaki şapkayı çıkartır. Dursun Kutlu, sanki özel bir dâvet almış gibi Bediüzzaman’ın odasından içeri girer ve elini öper. Bediüzzaman da onu başından öper ve onunla ilgilenir. Bediüzzaman ona bu görüşmenin ne kadar mühim, güzel, hoş ve kaç altın değerinde olduğunu durmadan söyler. Dursun Kutlu kendi kendine Resulullah Efendimize (asm) müracaat ettim ya Bediüzzaman beni onun için kabul etti der. Bediüzzaman ona: “otur” dediğinde huzur ve sevinç içinde diz çökerek tam önünde oturur.
Bediüzzaman, Dursun Kutlu’yu konuşturmak için ona “Adıyaman kaç hanedir?” gibi bir kaç soru sorduktan sonra ona Risale-i Nurun mahiyetini anlatır. Dursun Kutlu anlatılanlardan bir şey anlamaz, ama sevgiyle Bediüzzaman’a öylece bakar. Nihayet sohbetin sonu gelir ve Bediüzzaman talebelerine seslenerek: “Bu kardeşimize kitap verelim” der. Sonra birden yakalanır diye kitap vermekten vazgeçer. Bediüzzaman, Dursun Kutlu’ya: “Burası uzak. Eğer bir müşkülün olursa Elazığ’daki Hulusi Beye gidersiniz. Eserleri de ondan temin edersiniz.” diye tembihte bulunur. Dursun Kutlu oradan ayrılırken Bediüzzaman ona: “Sen Kürt müsün?” diye sorunca Dursun Kutlu Kürtçe bilmediğini, annesinin Kürt, babasının Türk olduğunu söyler. Bediüzzaman, ona: “Baban da Kürt” diye cevap verir. Bediüzzaman, ona gelen ilk arabayla hemen Emirdağ’dan çıkmasını söyler. Dursun Kutlu, Bediüzzaman’la ilk görüşmesinden sonra hayatının en büyük kırılmasını yaşar.
Adıyaman’a döndükten sonra Risale-i Nur derslerini yapmak için evinin sokağa bakan küçük bir odasını dershane yapar. Yere iki hasır ve iki keçe sererek Adıyaman’ın ilk dershanesini açmış olur. O ilk kıvılcımın yüreğine düştüğü 1952 yılı Emirdağ görüşmesi sonrası artık Risale-i Nurlar’ı kendi malı bilerek hizmetten hizmete koşar.
Dursun Kutlu 1928’de Adıyaman’da doğar. 11 yaşında okula başlar. 1937 senesinde ilkokulu bitirir. Okul bitince ayakkabı çırağı olarak hayata atılır. 1960 yılına kadar ayakkabı imalatçılığına devam eder.
60 İhtilâlinden sonra kitap-kırtasiye işine başlar. 1968'de ise işi daha da büyüterek evin altında daha büyük bir kavafiye, konfeksiyon, beyaz eşya mağazası açar. Daha sonra kendini emekliye ayırarak tamamen Risale-i Nur hizmete odaklanır. İki erkek, dört kız çocuğu sahibidir.
***
Dursun Kutlu ve Mahmut Allahverdi Ağabeylerle yaşadığım bir hatıra:
1976 yılı Haziran ayının sonlarında Adıyaman’da petrol arayan bir kulede geçici işçi olarak çalışıyordum. O zamanlar henüz on sekiz yaşlarındaydım. Şehirde işçilere ayrılan otelde kalıyordum. Gün uzun olduğundan iş dönüşü gezecek vaktim oluyordu. O yıllarda Risale-i Nur’u yeni tanımış ve onun heyecanını yaşıyordum. Adıyaman’a gelmeden, Batman’da katıldığım bir Nur sohbetinde Adıyaman’da Dursun Kutlu ve Mahmut Allahverdi Ağabeylerin adlarını duymuştum. Adıyaman’ın çarşı merkezinde tanıdığım bir esnaftan Dursun Kutlu’nun kavafiye, konfeksiyon, beyaz eşya mağazası adresini aldım. Mağazaya gittiğimde Dursun Kutlu masasında oturuyordu. Ona Batman’dan geldiğimi medreseye gitmek istediğimi söyledim. Dursun Kutlu beni tanıdığına memnun olduğunu ve medresenin yerini kâğıda çizerek adresini verdi. Medrese o yıllarda şehrin biraz dışında bahçeli, damı beton, tek katlı bir binaydı. Özellikle de hizmetlerde adı duyulan Mahmut Allahverdi’yi merak ediyordum. Medreseyi kolayca buldum ve avlusundan içeriye girdiğimde bahçede çalışan biri ile selâmlaştıktan sonra içeri geçtim. İkindi ezanı okunduktan sonra bahçede çalışan o kişi gelip bize imamlık yaptı. Sonra o kişinin Mahmut Allahverdi olduğunu öğrendim. O yaz tatili ikindi sonrası derslere hep katıldım. O yaz Dursun Kutlu ve Mahmut Allahverdi Ağabeylerle güzel ve verimli saatler geçirdim. Hâlâ o güzel derslerin ve sohbetlerin tadı damağımda.