Bir Mayıs ayı sonlarında (26 Mayıs 1904) İstanbul’da doğan Necip Fazıl, bir başka Mayıs ayı sonlarında (25 Mayıs 1983) yine İstanbul’da vefat etti.
Kendi vasiyeti, Ankara Bağlum’da yatan mürşidi Şeyh Abdülhakim Arvasî’nin “ayağı ucunda” defnedilmek olduğu halde, her nedense Eyüp Sultan Kabristanında defnedildi. (Bkz: Son Devrin Din Mazlumları.)
* * *
Usta Şair, hemen her yıl olduğu gibi bu sene de çeşitli etkinliklerle anıldı. Bilinen ve bilinmeyen yönleriyle tanıtılmaya çalışıldı. Biz de, bu vesileyle bilinmeyen bir yönünü nazara vermeyi arzu ettik; onun darbelere, ihtilâllere bakış yönünü...
* * *
27 Mayıs Darbesini (1960) yerden yere vuran Necip Fazıl, 12 Eylül Darbesine ise, methiyeler düzmüş, bu hareketi takdirle karşılamış bir fikir ve edebiyat adamıdır.
27 Mayıs’ta kendisi de hapse atılıp cezalandırıldı, türlü sıkıntılara maruz bırakıldı.
Bu ve daha başka sebeplerle, o zamanki darbe hareketini her vesileyle eleştirmiş olan Necip Fazıl, bir sonraki darbeye çok farklı bir zâviyeden bakar.
Meselâ, 1976’dan başlamak üzere aralıklı şekilde neşretmiş olduğu “Rapor” serisi sonuncu olan “Rapor 13, 1980” sayısında, özellikle 12 Eylül Darbesi hakkında hayli çarpıcı, hatta fevkalâde şaşırtıcı bazı değerlendirmelerde bulunur.
İşte, 2012 Mayıs’ından itibaren muhtelif medya organlarında da neşredilen o şaşırtıcı değerlendirmeden bazı bölümler:
“Millî ihtiyaca tam uygun”
"Hareketin (12 Eylül Hareketinin) mahiyeti... Malum klasik darbelerden biri değildir.
“Bu hareket olmasaydı, yıl değil, ay değil, belki hafta ve gün hesabiyle Türkiye'nin çöküşü gerçekleşebilirdi.
“27 Mayıs 1960 ile 12 Eylül 1980 Hareketi arasında şu fark vardır ki: İlki, millî iradeye tam zıt ve fikirsiz bir gece baskını olmuşken; ikincisi, millî ihtiyaca tam uygun bir imdat davranışı olmak istidadındadır.
“27 Mayıs 1960 hareketi 'millete rağmen' diye belirtilirken; 12 Eylül 1980 Müdahalesi, ancak 'millet için' formülüyle ifade edilebilir."
“Bir iç şahlanış”
“12 Eylül... Hükümetten ziyade, onu meflûç kılan partilere ve fesad ocağına döndürdükleri Meclis'e yönelik bir davranış...
Hedefi de bölücülük, komünizm ve din nikabı altında, dolayısiyle gayet tabiî olarak 'Devlet ve Cumhuriyeti koruma ve kollama' atılışı... Bir iç darbe değil, iç şahlanıştır. İsyan değil, ıslâh..."
* * *
"Vatanı kurtarmak için, bu son hareket son çare olmuştur.
“Ben olsaydım, Orduya 'Gel, bu işi sen yap!', hatta 'Beni de yakala!' teklifinde bulunmayı en akıllı tedbir sayardım."
* * *
"Darbenin Başbakanı Bülent Ulusu, 'Bahriyelilere mahsus bir nezaket, yumuşaklık ve uysallık içinde'dir. Başbakanın iki konuşması üzerinde dikkat ettiğim nokta, onun 'Başarımızı Allah'tan niyaz ederim' sözleri oldu... Bu sesi özlüyorduk."
“Başımızdan eksik olmayın"
"Hakkın tayini, türlü oyunlara getirilen yığınlara değil, hakka bağlı bir otorite merkezine ait olması gerekir... Biz, dünya görüşümüz icabı, hak ve hakikat saltanatından gayri bir sistem tanımayanlardanız."
"Diyarbakır'da 'Şeriatin kestiği parmak acımaz' diyen Devlet Başkanı (Kenan Evren), Şeriatı ‘hak ve hakikat’ mânası dışında kullanmış olmayacağına ve ayrıca 'Anarşiyi kökünden temizlemedikçe gitmeyeceğiz' dediğine göre, gerçek Müslümana düşen vazife, ona şöyle cevap vermektir: Dediklerinizi yapın da, başımızdan hiçbir an eksik olmayın!.."
* * *
1983’te vefat eden Necip Fazıl, şayet yaşayıp da 12 Eylül Cuntasının daha sonraki faaliyet ve davranışlarını görseydi, acaba yine aynı minval üzere mi giderdi, yoksa birçoklarının yaptığı gibi o da bir fikir ve tavır değişikliği içine girer miydi?
Bu soruya net bir cevap vermek pek mümkün görünmüyor.
Bir başka nokta da şudur: Necip Fazıl’ı “İdol” olarak gören ve öyle kabul eden dindar kesim, onun bu yönünü bütün kuvvetleriyle örtmeye ve mümkün olduğunca yok saymaya çalışırlar. (Tıpkı, 1950’de Demokrat Partiye şiddetli muhalefet ettiği halde, daha sonraları Adnan Menderes’e mektuplar yazarak örtülü ödenekten para isteme meselesinde olduğu gibi.)
Zira, onlar Üstadlarına son derece bağlı olmakla beraber, 12 Eylül Darbesine ise, hayli mesafeli durdular, duruyorlar. Zaman geçtikçe de şiddetli eleştirilere başladılar. Halen de öyledirler.
Ne var ki, bizim insanımız ve bilhassa gelen nesil, her şeyi olduğu gibi ve dosdoğru şekilde bilme, öğrenme hakkına sahiptir.
Biz de, bu temel hakka hizmet etmeye karınca kararınca gayret ediyoruz.
Bu sebeple, bilinmeyen veya çok az bilinen bazı gerçekleri, yeri ve zamanı geldikçe nazara vermeye çalışıyoruz.
Kimse, bu yazılarımızda başka bir mâna veya maksat aramasın.
“En büyük tehlike DP”
Necip Fazıl, 1 Haziran 1951 tarihli Büyük Doğu’da “Tehlike” başlığı altında sıralamış olduğu maddelerin bir kısmı şöyledir:
* Demokrat Parti içinde birbirine zıt hizipler vardır. Bu partinin başlıca fârikası, her cins ve meşrepten bütün cereyanların kendilerine orada birer köprü başı tesis etmiş bulunmalarıdır.
* Muazzam bir tehlike olarak haber verdiğimiz bu gizli ve sinsi plânın himayecileri arasında büyük sermaye sahibi firmalar, bankalar ve gazeteler var.
* DP içindeki dindarlar ve Türkçüler zümresi, evvelâ istismar edilip sonra ağızları açık bırakılan halk temsilcileridir.
* DP’yi kendi bin bir zaafı ve tezadı içinde kıstırıp, kendi hâkim temayülü ve şiarıyla bu partiyi mühürlemek isteyen hizip, büyük sermayedarlar sınıfıdır.
* Bu sınıf, Siyonizm ve Dönmelik tesir ve telkini altında olup, bu sınıfın amel ve niyetlerini, gaye ve planlarını idare eden de Yahudiler ve Dönmelerdir.
* İşte, tam 27 yıl CHP’nin bir eşkıya gediği halinde şahsî teşebbüs hakkından kaçırdığı ve tam inhisarlaştırdığı büyük sınaî ve iktisadî teşebbüs sahaları, şimdi (DP iktidarında), onlardan milyarlarca defa beter hizbin elinde, üstelik hürriyet, müsavat, adâlet gibi Mason yaftaları altında, belli başlı bir zümrenin gediği olsun diye çalışılıyor.