Bediüzzaman ve Risale-i Nur, birbirinden ayrılması mümkün olmayan veya ayrı düşünülemeyen ikilidir.
Bediüzzaman, bu asrın görevlisi bir başka ifadeyle ‘Din Müceddidi’dir’ Bundan dolayı hayata bununla programlanmıştır. Hatta şunu da ifade edebiliriz. Bediüzzaman bu ülke için istihdam edilmiştir.
Bunu da Emirdağ Lâhikası adlı eserinde şöyle ifade ediyor: “Biz, iman kurtarmak ve Kur’ân’a hizmet için, Mekke’de olsam da buraya gelmek lâzımdı. Çünkü, en ziyade burada ihtiyaç var. Binler ruhum olsa, binler hastalıklara müptelâ olsam ve zahmetler çeksem, yine bu milletin imanına ve saadetine hizmet için burada kalmaya Kur’ân’dan aldığım dersle karar verdim ve vermişiz.” 1
Üstad Bediüzzaman’ı anlayamayan veya anlamak istemeyen bir takım ulema-i su, din konusunda kendilerinin etkili ve yetkili olduklarını zannederek, “bizde bu konuda Bediüzzaman kadar söz sahibiyiz” diyorlar.
Eski Diyanet İşleri Başkanı ve İstanbul Müftülüğü yapmış Ömer Nasuhi Bilmen Bediüzzaman hakkında şöyle ifade ediyor: “Evlâdım, biz müellifiz. Bir mevzuu araştırır, o husustaki bilgileri toplar, bir nizam içinde düzenler, yazarız. Fakat Bediüzzaman böyle değildir. O, ilhama mazhardır. Onun kulağına yukarıdan fısıldayan var. Biz ise, kendi emeğimizin mahsulünü, derleyip toplayıp yazıyoruz. Bu sebeple, bizimki böyle olur, onun ki de öyle olur.”
Bu gibi insaflı insanların yanında Cibal-i Baba rolünde olan insanlar da var.
“Sultan Mehmed Fatih’in zamanında hikâye edilen meşhur ve mânidar Cibâli Baba kıssası nev’inden olarak, bir kısım ehl-i velâyet, zâhiren muhakemeli ve âkıl görünürken, meczupturlar. Ve bir kısmı dahi, bazan sahvede ve daire-i akılda görünür, bazan aklın ve muhakemenin haricinde bir hale girer. Şu kısımdan bir sınıfı, ehl-i iltibastır, tefrik etmiyor. Sekir halinde gördüğü bir meseleyi hâlet-i sahvede tatbik eder, hata eder ve hata ettiğini bilmez. Meczupların bir kısmı ise, indallah mahfuzdur, dalâlete sülûk etmez.
Diğer bir kısmı ise mahfuz değiller; bid’at ve dalâlet fırkalarında bulunabilirler. Hattâ kâfirler içinde bulunabileceği ihtimal verilmiş. İşte, muvakkat veya daimî meczup olduklarından, mânen ‘mübarek mecnun’ hükmünde oluyorlar. Ve mübarek ve serbest mecnun hükmünde oldukları için, mükellef değiller. Ve mükellef olmadıkları için muahaze olunmuyorlar.” 2
Dipnotlar:
1- Emirdağ Lâhikası, s.169/229.
2- 26. Mektub, 9. Mesele, s. 328.