• Hakikat-i İslâmiye bütün siyasatın fevkindedir. Bütün siyasetler ona hizmetkâr olabilir. Hiçbir siyasetin haddi değil ki, İslâmiyeti kendine âlet etsin. (Hutbe-i Şamiye, s. 62.)
• Bütün mevcudattaki hakikatler, Hak isminin şuaları, esmaların tezahüratı, sıfatının tecelliyatıdırlar.
• Dinden olmayan bir şeyi var, olmayanı var göstermek, ikisi de caiz değildir. (Muhakemat, s. 78.)
• Dinî usulde, fıkhın esasında: bir delile dayanmayan, ihtimalin ehemmiyeti yoktur.
• Dinin şe’ni uhuvvettir, incizabdır.
• Ehl-i hak ve hidayet için: insî ve cinnî şeytanların desiselerinden kurtulmak çaresi: Ehl-i Sünnet ve Cemaat olan hak mezhebi karargâh yapıp Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyanın muhkemat [sağlam] kalesine girmek ve Sünnet-i Seniyyeyi rehber yapıp, selâmeti bulmaktır. (Lem’alar, s. 210.)
• Ehl-i İslâmın hakikat-i İslâmiyede zafiyetlileriyle aşağılanıp, belâlara, mağlûbiyetlere düştüklerini tarih gösteriyor. Sair dinler ise bilâkistir [aksinedir]. Bu esası akılda tutmak. (Hutbe-i Şamiye, s. 29.)
• Hak aldatmaz, hakikatbîn [hakikatı gören] aldanmaz. Hak olan meslek hileden müstağnidir. [uzaktır].
• Hak kanunların anası, Kur’ân-ı Azîm’dir.
• Hakikat-i İslâmiyenin binler mesailinden [meseleler] yalnız zekât meselesi düstur-u medeniyet ve muavenet olursa, bu belâya ve yılanın yuvası olan maişetteki [geçim] müthiş müsavatsızlığa [eşitsizlik] devâ-i şâfî olacaktır.
• Hakikat-i İslâmiyetin kuvveti nispetinde, Müslümanlar o kuvvete göre hareket etmeleri derecesinde ehl-i İslâm temeddün edip [medenîleşip] terakki ettiğini [geliştiğini] tarih gösteriyor. (Hutbe-i Şamiye, s. 29.)
• Hakikat-i İslâmiyette şüphe edilmez. Aksi hâlde açık ve net olan katiyetlerde şüphe edilir.
• İman ve Kur’ân hakikatleri, ücret karşılığında, dünyevî işler suretine getirilemez.
• İman ve Kur’ân hakikatleri, birer elmas hükmündedir. Siyasete alet edilince, o elmaslar, taraftar kazanmak için siyaset propagandasına dönüşür ve âdi şişeler nazarıyla bakılır. Siyasete temas ettirmek, o elmaslara zulümdür, kıymetlerini tenzil etmektir.
• İman ve Kur’ân hakikatlerinde öyle bir genişlik var ki, en büyük beşerî zekâ onları ihata edemez [kavrayamaz, kuşatamaz].
• İman: ilim, vücudî, [var olan] ispat ve hükümdür.
• İslâmî inanç hakikatleri teferruatıyla [detaylarıyla] ve bütün çıplaklığıyla ortadadır görülebilir.
• İstikbalde [gelecekte] nev-i beşerin [insanlığın] din-i fıtrîsi [fıtrata uygun gerçek dini] İslâmiyet olacağına beraatü’l-istihlâl [kesin kanaat] vardır.
• Kâinatta hakikî nisbî [kıyaslamalı olan] nizam, kâinatın eczası arasında bulunan rabıta ve bağlardır.
• Kur’ân ve iman esaslarının kat’i hükümlerini ümmete ders vermek hizmeti, diğer ilimlere göre çok önemli ve kıymetlidir.
• Küçük şerler için büyük hayırlar terk edilmez. Terk edilirse, şerr-i kesir olur; zekât ve cihadda olduğu gibi. (İşârâtü’l-İ’caz, s. 33.)
• Mevcudatın hakikatlerinden bahseden eşyanın hikmeti Cenab-ı Hakk’ın Hakîm isminin tecelliyat-ı kübrâsıdır [büyük tecelli].
• Müfessir-i Kur’ân olan ehâdis-i sahiha [doğru hadisler] bize kifayet eder. Ve mantığın mizanıyla tartılmış olan tevarih-i sahihaya [doğru tarihler] kanaat ederiz. (Muhakemat, s. 44.)
• Müslüman neslinden gelen bir adamın akıl ve fikri İslâmiyetten tecerrüt etse [uzaklaşsa, sıyrılsa] bile, fıtratı ve vicdanı hiçbir vakit İslâmiyetten vazgeçemez. En ebleh, [aptal] en sefih bile, sedd-i rasîn-i istinadımız [kesin inancımız olan] olan İslâmiyete bütün mevcudiyetiyle taraftardır-lâsiyyema [özellikle] siyasetten haberdar olanlar...
• Tebliğ-i risalette [peygamberliği tebliğde] ve nâsı [insanları] hakka davette metanet, sebat ve cesaret göstermek. (Asâ-yı Mûsa, s. 108.)
• Yüksek ehl-i hakikat dahi, marifet ve tasavvur değil, belki ondan çok âlî ve kıymetli olan iman ve tasdikte, iki cadde ile hareket etmişler. (Emirdağ Lâhikası, s. 127.)
• En bedihî [açık, net] ve zarurî bir hakikat İslâmiyettir.
• Eşyanın hakikati, esmâ-i İlâhiyeye dayanır. Gerçek hakikatin, o esmanın cilveleri olduğu ve herşeyin çok dillerle Sânii’ni [sanatlı şekilde yaratan Allah’ı] zikr ve tesbih ettiği anlaşılır.
• İmanlı bir kimse, Cenab-ı Hakk’ı tanımayan bir adamdan üstündür.
• Hakikat ilmini, hakikî hikmeti istemek; Cenab-ı Hakk’ın marifetini kazanmaktır
• Hakikatin gerçek cazibe ve merkezi olan şeriat güneşi, saltanata, hilâfete, siyasete tâbi ve alet yapma vehmi, o İlâhî güneşi nurundan ayırmak, bir yıldıza peyk yapmak dalalettir.
• Hakikatlerin tamamı bütün detaylarıyla ortaya çıkması, doğrudan doğruya Kur’ân’ın manevî bir i’cazı, inayet-i Rabbaniyenin bir cilvesi ve kuvvetli bir işaret-i gaybiyesidir.