Kutlular Ağabey, Yeni Asya’nın yarım asrı aşan, daima hakkın hatırını üstün tutup hiçbir hatıra fedâ etmeyen, haksızlığa ve hukuksuzluğa karşı azmi ve cehdiyle mâruftu.
İstikrarlı, istikametli neşriyatta sebâtı, Üstadın “sadâkatte birinci” dediği, kendisinin “fenâ fi’r Risâle, fenâ fi’l-Üstad, fenâ fi’d-dâvâ ve şahs-ı mâne- vî” diye târif ettiği Yeni Asya’nın mânevî kurucusu merhum Zübeyir Ağabey’den tevârüs etmişti.
“Zübeyir Ağabey Risale-i Nur hizmetlerinin direğiydi, harcıydı. Çünkü o paratonerdi, şimşekleri üzerine çekiyordu” mânâ ve misyonuyla dâvâsını yüklendi, kendini dâvâsına fedâ etti.
Yeni Asya’nın temel düsturları referans alan tavizsiz neşriyatına büyük emeği geçti.
Demokrasiyi katleden darbelere, antidemokratik dayatmalara karşı kararlı bir mücadele verdi, milletin hakkını ve hukukunu müdafaa etti.
MÂLÛM MİHRAKLARI İZZETLİ BİR FERÂSETLE REDDETTİ
Neşriyat yoluyla demokrasiyi, hürriyeti Kur’ân nâmına alkışlayan, “müsbet hareket” ve “mânevî cihadı” esas alan Bediüzzaman’ın hizmet modelinin tebliği şiârını temsil etti.
Bediüzzaman’ın dâvâsının bayraktarlığını yapan Yeni Asya’nın millete yol gösteren, fikirleri terbiye edip olgunlaştıran neşriyatta öncü olmasında büyük harcı oldu.
Zulme ve zâlime karşı şecaat, mazluma şefkat ve merhamet mizâcıydı. Hep dâvâsı için yaşadı.
12 Eylül darbesi sonrasında mâlûm mihrakların “Bizi Konsey gönderdi, bizimle çalışırsanız, bütün devlet imkânlarını emrinize tahsis ederiz ve size her hususta yardımcı oluruz” teminatlı teklifleriyle ileri sürdükleri “çalışma şartları”nı peşinen reddetti.
28 Ekim 1990’da Ankara Kocatepe Camiinde on binlerin katıldığı -ilk- “Bediüzzaman Mevlidi’ni niçin başşehirde okuttunuz?” sorusuna, Risale-i Nur Kur’ân’ın tefsiridir, esas okunacağı yer câmidir; kanunlarda ‘29 Ekim’de mevlid yapılamaz’ diye bir hüküm mü var!” cevabını vermişti.
“CİHAN VÜSATİNDEKİ HİZMETLERİ SADÂKATLE YAPAN KARDAŞLAR!”
Sorguda, mahkemede, “Bu kadar zulüm yapılmaz. Risale-i Nurlar’ı neşreden bir müesseseyiz. Yeni Asya olarak Bediüzzaman Said Nursî’nin eserlerinin yanı sıra beş yüzün üzerinde kitap neşrettik. Bu ülkenin yargısı bin beşyüz beraat kararı vermiş. Risale-i Nurlar’ı okuyanlara mensubiyet ifadesi olarak ‘Nurcu” denmiş. Said Nursî bir İslâm âlimidir ve elbette bir ekol, bir fikir hareketi meydana getirmiştir; talebesi olmaktan şeref duyarım. Keyfilik, tarafgirlik hukuk devletinde olmaz. Bizi itham etmek savcının keyfine mi kalmış!” diye basiretli tavır ve direnç göstermişti.
Yine 1999 Marmara Depremi sonrası ‘Deprem İlâhî ikazdır’ beyânı, haftalarca medyada, siyasette tartışılarak milletin vicdanında mâkes buldu. 28 Şubat sürecinde kararlı duruşuyla haksızlığa uğrayan geniş kitlelere cesâret verdi. AİHM’nin kendisini “haklı” bulmasıyla Türkiye’de hukukun üstünlüğü, düşünceyi ifade hürriyeti ivme kazandı.
Merhum Sungur Ağabeyin 1975’te yazdığı mektubunda takdir ettiği “Yeni Asyacı’ dediklerimiz, Bediüzzaman’ın dâvâsına sâdık, kıt’alara uzanan muhteşem şahsiyet-i mâneviyesine sâdık, cihân vüsatindeki hizmetleri sadâkatle yapan kardaşlar!” arasında yer aldı.
“HAKLI DÂVÂYI EBEDİYETE GÖTÜRENLER”E KATILDI
Yeni Asya’nın ilk Genel Yayın Müdürü merhum Nezihi Mustafa Polat’ın “Neden Yeni Asya?” başlıklı makalesinde “Asya’nın bahtının miftahı meşveret ve şûrâdır. Onun bahtını, talihini açacak, onu geliştirip inkişaf ettirecek istibdat değil, diktatörlük değil, tahakküm değil; şûrâdır, meşverettir, cumhuriyettir. Yeni Asya işte bu mâdeni işletmek, bu cevheri yeniden ortaya çıkarmak için gazetemize isim olmuştur” hakikatini hayatıyla ortaya koydu.
“Okuyuculara açık mektup” taki “onlara minnettarız” şükrânını bildirdiği “haklı dâvâyı ebediyete götürenler” nurlu kervanına katıldı.
Evet, asil direnç ve izzetli ferâsetle hizmet edenlere minnettarız; ve Rabbimizden Esma-i Hûsnâsı, İsm-i Âzamı, Furkan-ı Hakîmi, Habib-i Ekremi hürmetine rahmet ve mağfiret diliyoruz:
“Yâ Nur, Yâ Hak, Yâ Settâr! Cevşen’ül Kebir’deki duâlarla kabirlerini îman ve Kur’ân nuruyla nurlandır; fazlın, keremin, ihsanın ve rahmetinle Cennet’ül Firdevste mes’ud eyle; âmin!..”