Son yıllarda, memleketin her yerinde, her şehrinde; hatta en ücra köşesinde ciddî bir doku değişikliği yaşanıyor.
Mevcut kendi mozaiklerimize ilâveten son yıllarda Suriyeli, Iraklı, Afgan, Özbek, hatta bazı Afrika ülkelerinden; geriye doğru göz atacak olursak, o dönemlerde de Avrupa yakasından pek çok insan Türkiye’yi mesken tutmuş durumda.
Başımız, gözümüz üstüne.
Asr-ı Saadet’e uzanıp, Ensar’ın Muhacire yaklaşımını örnek alarak müşkülatta bulunana el uzatmak ne güzel; Müslüman’ı kardeş bilmek, ne âlâ. Çünkü emr-i İlâhî böyle. Gel gelelim, bu gelenlerin hepsi katıksız, katkısız Müslüman halk değil ki.
O ülkelerde var olan ırklar, kavimler, mezhepler; hayatlarına, karakterlerine sinen din ya da dinsizlik; dahası, siyasî tercihler yabancılarla birlikte bu toprağa taşındı.
Artık her yerde sıkça gördüğümüz farklı çehre, farklı lehçe ve farklı renkteki bu insanlar, buralarda, bizden rahat durumda.
Benim ülkemin kırsalındaki yoksulu, şehirlerinin köşe bucağındaki, banliyösündeki fakiri fukarası, garibi gurabası aç bîilâç, işsiz güçsüz durumda iken; dışarıdan gelenlere birtakım imkânlar sağlanıyor, hayatlarını kolaylaştırıcı katkılarda bulunuluyor. Yine bu insanlar Belediye, Kaymakamlık, STK ve sair himmet sahibi kurumların, kişilerin aynî-nakdî yardımlarından; hastahanelerde, her türlü sağlık hizmetlerinden istifade ediyorlar.
Bitmedi: Dünyanın hiçbir ülkesinde olamayacağı kadar kolay bir şekilde “vatandaş”, bir adım sonrasında da, “seçmen” oluyorlar.
Ticarete soyunan, gayrimenkul alıp yerleşen paralılar ise ayrı bir mesele!
Zulme maruz kalmış, felâkete duçar olmuş insanlara istisnasız el uzatmak, her insanın, insanî bir sorumluluğudur. Devlet olsun, millet olsun bu, böyle. Buna kimsenin ne itirazı ne de söyleyeceği bir şey olur. Fakat madalyonun bir de öteki yüzü var.
Sorumsuzluk, disiplinsizliği; disiplinsizlik, -mevzi de olsa- asayiş problemlerini doğuruyor.
Bu, işin bir yönü!
Diğer bir husus: Söz konusu insanların ucuz işgücü olarak görülmeleri, istihdam piyasalarını olumsuz etkilemektedir. Zaten vasıfsız eleman istihdamında asgarî ücretin üstüne pek çıkmayan özel sektör işletmeleri, bunların işgücünden ciddî manada istifade ediyor.
Dolayısıyla, yerli işçinin eli boşa çıkıyor.
Bütün bu ifade ettiklerimiz; duyabildiklerimiz, görebildiklerimiz.
Göremediklerimizi de devletimiz görüyor; tedbirini alıyordur herhâlde!
Zira merhum Mehmed Âkif’in, yaşanmış bir olayı tasvir ettiği, “Kocakarı ve Ömer” başlıklı şiirinde,
“Kenâr-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu, / Gelir de adl-i İlâhî sorar Ömer’den onu!” dediği üzere; o gün olduğu gibi, bugün de idarecilere, âdilâne, şefkatkârâne çok vazife düşüyor.