"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Merdiven muhabbeti - Ân diyarı (63)

Ali HAKKOYMAZ
10 Ağustos 2024, Cumartesi
Hakikat ve yalanın, yanlışın ve doğrunun, siyahın ve beyazın, kötülüğün ve iyiliğin öylesine iç içe geçtiği bir zamanın kalbindeyiz Selim Ali.

Çok adı var da… ego, ene, enaniyet, gurur yani ben, ben, ben gibi birkaç ismini sayayım bu çağın.

Burnundan kıl aldırmıyor, denir ya… Ben de ben… diyen nefisler, hâlinden memnun. Hele bir dokun da gör! 

Firavunluğun, Nemrutluğun şubesini açan açana… Âcizliğini unutup burnu havalardalara baksana!

“Mevhum Rububiyet…” diyor, Bilgin Abi’nin elinden düşürmediği kitap.

İnsanın kendisini “insan” sanmasının dışındakileri sandığında film kopuyor işte! 

Ah şu kendini tanısaydın ey ben! 

Nasıl yani, diyorsun Selim Ali bakışlarınla ama öyle! 

Nasıl; çok girift şeyler değil mi? 

Sen de ayıkla, düşün; içinde ek, biç. Kolay mı hayali hakikatten ayırmak? Gölgeyi gölge, rüyayı rüya bellemek? Öyle olsaydı böyle olmazdı. 

En iyisi, kalbi(ni) mi dinlemek; derviş gibi mi olmak? 

Bilmem ki diyorsun. 

Bunu bir soralım Bilgin Abi’ye bir gün. 

Aklıma takıldı da Yunus şimdi gelse; dünyanın idare köşkünü/koltuğunu verseler… hâli, tavrı, cevabı nic’olurdu? 

Oturur muydu o koltuğa? 

Oturmaz bilirim. 

“Dikenli gömlek, ateşten gömlek…” denilen idareciliğe soyunmaz. 

Sen de soyunma; ortak akıl ve kalp birliği (denilen Meclis) ne güne duruyor?!

“İktidar her yerde olur; aslolan muhalefet…” 

Firavunluğun panzehirlerinden Selim Ali. 

Muhalefet güzel şey, be! İyiye kim ne der; kötülerden başka! İyi de “iyi” yapılmalı, ha! Kaş yapayım derkencileri de hatırlamak gerekir. 

Yalanın, yanlışın, haksızlığın, zulmün, istibdatın muhalifi isen merhaba Selim Ali!

Koltuğa oturmak için can atıyorlar hattâ kan akıtıyorlar fakat Yunus’un “makamına” göz diken yok! Olmaz da olmayacak da. 

Bu kendimizi sonsuz unutmuşluk, tanımazlık, tanımazdan gelmezlik yani şu tegafül hayra alâmet değil. 

Ah, Selim Ali arada akıllı/deli sorular sorar mısın kendine, ha! 

Öteyi beriyi bırak! 

Ben sordum da… yok öyle! 

Kitaba koş sen kitaba. 

Adam kafasına göre konuşuyor; o üç kitaba uymuyor. 

O üç kitabı da Bilgin Abi’nin okuduğu kitaplar okuyor. Bilgin Abi’ye sorular da birikiyor bu arada.

Meselâ ben bir gün sordum; senin gibi birkaç gence. Çevirdim yollarını pat diye; hem de merdiven başında. 

Gençler, dedim, kaç kitap var?

Biri atıldı; sayılamayacak kadar… dedi. Kütüphaneleri kastediyordu. Renk vermedim.

Öteki -buldum gibisinden- dört kitap derken… bir yandan da beni süzüyordu. Sadece dinlediğimi gördüklerinden cevaplar art arda geliyordu.

Derken biri atılarak ve daha bir heyecanla bir kitap cevabını kucağımıza atıverdi. 

Bu arada bütün diplomaları almış biri aramızdan geçmeye çalışırken onu da durdurdum: “Bu gençlerle anlaşamıyoruz. Kaç kitap var, sorusuna herkes bir şey diyor, deyince, o da, anlatsan da biz de öğrensek, dedi, kerçane kerçane.

Maç bende kaldı mı! Neyse… üç kitap olduğunu ayak üzeri özetleyince, herkes rahatladı. Diplomalı arkadaş da merdivenleri tin tin adımlayıp gitti. 

On Dokuzuncu Söz’den haberim olmasaydı; ne diye çevirecektim yoldan geçenleri!

Okunma Sayısı: 1084
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı