Selim Ali’nin de kafası karışıyordu. İşler bir türlü yoluna girmiyordu yaşadığı ülkede. Kocaman ve aklı başında görünenlerin yalanı, düzenbazlığı, iki ve daha çok yüzlülüğü, cimriliği, zalimliği, cehaleti, kıskançlığı, dünyayı ebedî sanışlığı garibine gidiyordu. Fakat ne yapabilirdi ki! Onları değiştiremediğine göre; kendisi değişecekti. Yani onlar gibi olmayacaktı.
Bilgin Abi, Selim Ali’ye sık sık derdi ki: “Önce kendinden başla!”
Öyle ya kendine bu kadar yakın insan kendine bu kadar uzak olursa kime ne diyebilirdi ki… Hem dese ne olacaktı ki! Bir çocuğa bin sefer seni seviyorum, demek var; çam sakızı, çoban armağanı bir şey vermek var; hangisi? Mesela ben bayramlara bana harçlık verenleri unutamıyorum. Biçim oralarda öyle derler: “Kuru kuruya gadanı alıım; takır takır odana varıım!” Yakınlarına hiçbir yardımın olmasın; elin kolun boş; git git, gel! Nerdesin ey bir dâne-i hakikat; gel de şu bir batman yalanı yak!
Oku Selim Ali oku! Bilgin Abi’nin hayatını günlük aynasından yarınlara yansıttığı kırmızı deri ciltli defterin hışırtısını duyalım bakalım.
«
AYNA MUHABBETİ
Geçsek aynaların karşısına;
Kolay değil; biliyorum;
Ah biraz kendimizle konuşsak!
«
PARADOKS
Sana bir gaflet vereyim;
(Görmeden) yaşa!
Uyuduğunu/uyandığını hatırla(ma;)
Senin adına yaşayanlar var (ya!)
Geceleri üstüne (üstüne) çek;
Uyansan (yıldızlar) dökülecek!
Nefeslerini unut (hattâ!)
Dönüp bakma (bile) hayata!
Gecelerin içinde (yıldız) tebessümler…
Gözlerinde bir yıldız (bile) yok!
«
KİTABIN ÖNCELİĞİ
Demek zorundayım; duyan duyar. Kitap okuyanlar ayrıcalıklı olmalı ki bu iş rağbet görsün. Vergi muafiyeti gibi meselâ... Protokolde yerleri de en önde olmalı... Okuyanla okumayan aynı sıradaysa ne anladık bu işten! Ülkenin ayağa kalkması zor değil ki işin başında kitap olduktan sonra. Kaldı ki sonunda bile değil... İşe kitaptan başlamayı düşünmüyorsanız; başlamayın ve bizi de yormayın. Başta kitap... Ortada kitap... Sonda kitap...
Bir millet şiire uzaksa...
Estetiğin kapısını çalmıyorsa...
Diploma almak için okuyorsa...
Doktor doktor gezmenin “sağlık” olduğunu sanıyorsa...
Ekmeği, hürriyete tercih ediyorsa...
Kitabı, iki yüz kaçıncı sıraya lâyık görmüşse... kendisi hangi sıradadır ki?!
«
TÜRKÇESİZLİK DİPLOMASI
Kelimesizlik/dilsizlik/konuşamazlık... kanser değilse... ne?!... Okullar “Türkçesizlik Diploması” veriyor. Şöyle bir bakın ekranlara, akranlarınıza; vurgulu/kurgulu/sorgulu/burgulu/durgulu... konuşanımız sağdan sola/soldan sağa kaç kişi?!... Ve niye yazarlar/şairler Türkçe, edebiyat derslerine davet edilmez?!... İmkânlar neden, neden değerlendirilmez?!... Hep terör “zirvesi” mi; Türkçe zirvesi niye yapılmaz; niye ki niye?!...
«
DÜNYA HARİTASI (İÇTİMAÎ)
Dünya buz kesiyor. Haksızlık, zulüm adım başı… Ağızları bıçak açmıyor.
Herkes işinde gücünde diyeceğim de o da değil; eli işte; gözü oynaşta değil.
Anlatamıyorum; dünyaya bir hâl oldu.
Dünyayı ben böyle hiç görmedim. Oturup konuşamıyoruz, ha! Hak hukuk karıştı. Zalim, zalimle yarışıyor. Bir şaşkınlık var herkeste. İsa, gelip gitti mi anne? Ortalık Deccal vurgunu...
Yaşadıklarımız hakikat mi; kurgu mu anne?
Konuşsak; kitaplarda her şey var.
En yakınlarım bile: “Bu senin görüşün!” diyor; dinlemiyor beni. Benim görüşüm mü olur, anne! “Konuşan yalnız hakikattir.”
Kitaptan okuyayım, bak, diyorum. Dudak kıvırıyorlar, hık mık diyorlar. Kitabı niye okuyoruz, anne; her rüzgârda savrulalım, diye mi!
Adam kafasına bir şey koymuş; akıl diyor; kalp demiyor. Dengeler şaştı, anne; yoksa kıyamet mi geliyor? Doğru söyleyen baştacı edilmiyor. Kısaca, işler iyi gitmiyor, anne!