Ah Selim Ali ah! Anlıyorum seni; dünya nereye gidiyor, diyorsun.
Döndüğüne göre her gün başka yerdeyiz demektir. Arada ırgalanmasa hepten sabit olduğunu sanacağız. Ayrılıklarda anlıyoruz ki bir gidiş var. Aynaya bakınca alnımızdaki çizikler yolculuğumuzdan izler. Saçlarımız ak pak türküler söyler. Ölümler pamuktan örtüler içinde kucaklayıp götürünce ipekten nârin tenimizi… işte o zaman gidişin ne olduğunu… “Hah, bu!” diye anlarız. Güle güle…
Bilgin Abi, hislerimin kabardığını görünce sessizliğe iyice bürünmüştü. Gençler arayla; ihtiyarlar sırayla diye bir sözü hatırlamıştı belki de! Ben devam etsem belki de hiç konuşmayacaktı bugün ama sustum ki şu gidişata dair bir şeyler desindi. Gerçi sussa da dinlerdik onu. Suskunluğun dilini de öğretmişti bize. Fakat kelimelerin bir meyve gibi dimağımıza düşmesi için de manevî sepetlerimizi de hazır ederdik. Bugünler ele bir daha ya geçer ya geçer giderdi elden avuçtan. Sırayla konuşmazdık ama sıra ondaydı. Yine tane tane konuşmaya başladı.
Dünya şu zavallı dünya çok yordu kendini. Kalkınmak, gelişmek... diye bir şey tutturdu. Dibi tabanı yok, derler buna. Çok olsun, hızlı olsun; kimse beni geçmesin! Meşhur olayım, zengin olayım. Azrail “görmesin” beni.
Eskiden HİÇ diye hatlar olurmuş; gidip gelip bakarmışız kimliğimize. Bu kimliği kendimize göstermeliyiz sık sık.
Padişahın bile bu kadar forsu yoktu ama el çırptı mı dünya hazır olda dururdu.
Haa, maksadım tarih, hamaset değil; haddimizi çoktan aştık diye. Bu kadar yorduk kendimizi; rahat edelim diye... de… huzur nerde?!
Derin bir nefes aldı Bilgin Abi. İçine tekrar daldı. Onun kendini dinlemesi bizi de dinlendirirdi. Adı konulmamış zamanlar doluşurdu odaya sanki. Bir hafiflikti belki. Dünyayı unutmuşluk… Tatlı bir boşluk… Baharın ilk ılık günleri gibi… Kır çiçeklerinin hafifliği ve tazeliği… uyutan bir çocuk safiyeti… Dinginlik, doymuşluk, ötelerden sesler duymuştuk gibi… Bu, gibi gibileri çoğaltmak da sana kalsın Selim Ali de Bilgin Abi’yi dinleyelim mi? Günlüklere neler inmiş, sinmiş; buyur bakalım!
«
UYANMAK
Bir sabaha daha uyandık da...
“Bir sabah...”
Uyandı mı içimiz/de...
İş olsun diye değil;
İş; olsun, diye...
İçten:
“Hayırlı sabahlar!”
«
KİTAP SEVİNCİ
Güzel bir kitap görsem seviniyorum;
Eski bir dostumu bulmuş gibi...
«
ÇOCUKLUK
Nereye gidersen git; çocukluğunu yanına al!
«
REÇETE
Reçeye yazılan ilaçların yüzde yetmişi “ilâç gibi” gelmiyormuş, hastaya... sayrılara, sağlara duyurulur! Ve ki hazır medeniyetin hasta fotoğrafı: Dünya kanserle cedelleşiyor.
«
ÖLÜ BİR HAYAT
Yaşamak…
Ölümü düşünmeden hem de…
Ölü bir hayat bu!
«
SOKAKLAR
Sokaklar rüzgâr dolu;
Dikkat et; savuruyor topladıklarını!
«
“BEŞERİN BULAŞIK ELİ”
Dünyaya karışmasak; bu kadar karışmaz gibi...