Mehmet Kutlular, Türkiye’de inançların baskı altına alındığı, fikirlerin susturulduğu bir dönemde, Risale-i Nurlar’la temsil edilen kudsî bir dâvânın sadık bir neferi olarak mücadele sahnesine çıkıyordu.
Mehmet Kutlular’ın Dâvâsı Dağılmaya yüz tutmuş bir cihan imparatorluğunun acılarla yoğrulmuş topraklarından, Bulgaristan’dan göç etmek zorunda kalan kederli bir muhacir ailenin çocuğu olarak Gönen’de dünyaya gelen Mehmet Kutlular; çile, ıztırap, mücadele, mücahede gibi kelimelerin talihinin özünü oluşturacağını nereden bilebilirdi?
Çocukluğunun ele avuca sığmayan kavgacı, haşarı, inatçı, mücadeleci özellikleri, fıtratının kendisine sunduğu bir nimet olarak ileriki yıllarda başına gelecek tahammülü zor hadisatın üstesinden gelebileceği hasletleriydi. Gençlik yıllarında aklını karıştıran ve ruhunu mengene gibi sıkan sorulara cevap bulmak için düştüğü yollar, onu cihanşümul bir dâvânın sarsılmaz bir neferi olarak tarihe kaydedeceği mecralara sürükleyecekti. Her asırda büyük kahramanlara, cesur yüreklere ihtiyaç duyan iman-küfür, hak-batıl dâvâsı küfrün ilim silâhını elde ettiği, kurdun gövdenin içine girdiği, iman kalesinin tehlikeye düştüğü, tehlikenin içerden geldiği bu asırda da dâvâsıyla hemhal olabilecek dâvâ erlerini bekliyordu. Küfrün belini kıracak, Asr-ı Saadet Müslümanlığını, Asr-ı Saadet duruşunu günümüze taşıyacak bir dâvânın erliğine soyunmak… Hz. Hasan’ın yarım kalan hilâfetiyle sekteye uğrayan, cihanı huzur iklimlerine kavuşturan tevhid hakikatlerini, Nebevî değerlerini modern çağlara ulaştıracak ulvî bir dâvânın sesi olmak…
Bediüzzaman Said Nursî’nin Risale-i Nurlar’la taçlandırdığı, yeniçağın modası haline gelen inkâr-ı ulûhiyet, ırkçılık, hazcılık, izafi adalet gibi insanlığın mesh-i manevisine, toplumların her alanda çöküşüne sebep olan hastalıklarını ortadan kaldıran iman ve Kur’ân dâvâsının sadık yolcusu olmak… Kur’ân’ın sönmez ve söndürülemez bir güneş olduğunu, inkârcıların at koşturduğu bir asırda ispat edecek ulvî dâvâya sahip çıkmak… Hz. Hasan’ın manevî saltanatının her asırda temsilciliğini üstlenen Mevlânâ Celâleddinler, İmam-ı Rabbaniler, Şah-ı Geylaniler, Halid-i Bağdadilerden asrımıza tevarüs eden ulvî dâvânın neferi kalabilmek… Felâketler ve helâketler asrında Bediüzzaman Said Nursî ve onun has ve sadık talebeleriyle temsil edilen büyük dâvânın çilekeşliğine soyunmak… İşte Mehmet Kutlular bu özelliklere namzet olarak, Türkiye’de inançların baskı altına alındığı, hürriyetçi hareketlerin sekteye uğratıldığı, fikirlerin susturulduğu, kökü Asr-ı Saadete uzanan bir dâvânın izlerinin silinmek istendiği bir dönemde, Risale-i Nurlar’la temsil edilen kudsî bir dâvânın sadık bir neferi olarak mücadele sahnesine çıkıyordu.
Tarihî Miras Yeni Asya ve Mehmet Kutlular’ın Önemi Mehmet Kutlular deyince Yeni Asya’nın, Yeni Asya deyince de Mehmet Kutlular’ın akla gelmesinin şüphesiz geçerli sebepleri vardır. Kutlular’ı bugünlere taşıyan dâvâ şuuru, ahde vefa, sadâkat, metanet ve cesaret gibi özellikleri, onun temsil ettiği misyonun fikrî kökleriyle yakından ilgilidir. Meşrûtiyet, Cumhuriyet ve çok partili dönemleri yaşamış olan Bediüzzaman Said Nursî henüz Osmanlı’nın gazetecilik açısından yeni sayılan Meşrûtiyet döneminde “Marifet ve İttihad-ı Ekrad” adıyla bir gazete çıkarmak ister. İslâm âleminin hastalıklarını teşhis eden ve buna çareler arayan Bediüzzaman, huteba-i umumî (umuma hitap eden hatipler) bedreke-i efkâr (fikirlerin kılavuzu) olarak gördüğü gazete yoluyla hisli vicdanları uyandırmak, Kur’ânî hakikatleri haykırmak, teşhis ettiği içtimaî hastalıkların çarelerini göstermek istemektedir.
Bediüzzaman’ın gazete çıkarma teşebbüsü ne Meşrûtiyet yıllarında ne de sonraki dönemlerde mümkün olur. Bediüzzaman’ın vefatından on yıl sonra, tam da onun tasavvur ettiği şekilde Yeni Asya’nın basın hayatına adım atarak Nurculuğun naşir-i efkârı olması, yalnızca bir hayalin gerçekleşmesi anlamına gelmez. Artık iman ve Kur’ân hakikatleri matbuat lisanıyla muhtaçlara ulaştırılacak, Bediüzzaman’ın bu anlamdaki vasiyeti yerine getirilmiş olacaktır. Bu artık uğrunda her şeyden vazgeçilecek bir dâvânın ve mücadelenin adı olacaktır. Bediüzzaman Said Nursî’nin sadık talebesi Zübeyir Gündüzalp’le birlikte diğer talebelerinin teşvik ve gayretleriyle kurulan Yeni Asya, kendisinin isteği olmamasına rağmen Mehmet Kutlular’a teslim edilir.
Bu emanet, Mehmet Kutlular’ın, yarım asra yakın bir süre, inandığı dâvânın gereklerini eksiksiz olarak yerine getirecek, nice fırtınalara göğüs gerecek bir dâvâ ve vefa adamı olarak anılmasına yol açacaktır. İlerleyen yıllar onun birçok özelliğine şahit olacak ve dâvâsı uğrunda kendinden vazgeçen ‘abide şahsiyet’ olarak adı Yeni Asya ile özdeşleşecektir.
Mesela öyle bir cesaret ki...
Henüz 22 yaşında tanıştığı 1960 ihtilâlinin tehlikeli ve karışık döneminde demokrat duruşundan ötürü kendisini tehdit edenlere karşı “Erkek adam varsa, çıksın karşıma, işte buradayım!” diklenişi, daha sonraki yıllarda Yeni Asya’nın haksızlık ve hukuksuzluk karşısında hiç susmayacak tavrının işaret fişeği gibidir.
Bu cesaret daha sonra sarsılmaz imanı ile ziyadeleşecek, ihtilâl dönemlerinde her türlü tehdide boyun eğmeyen bir dâvâ gazetesinin bariz özelliği haline gelecektir.
***
İşte Mehmet Kutlular hikâyesi…
Ruhunu kemiren arayışları esnasında rüyasına giren Üstadı’nın “Kardeşim, sen Risale-i Nur’u oku, korkma konuş!” tavsiyesine ömrünce uyacak bir şehinşahın hikâyesidir…
Mehmet Kutlular’ın hikâyesi vicdandan Hakk’a yolcuğun adıdır. Savruluşların, satışların, satılışların, kayboluşların, kaypaklığın hüküm sürdüğü bir dünyada hakperestliğin, hakkı temsil eden dik duruşun, imanlı söyleyişin, Müslümanca hallerin adıdır.
Mehmet Kutlular, hakkı çiğneyenlere, insaf ve vicdana sığmayacak pespayeliklere alkış tutanlara merdane uyarılarda bulunan; tehditler, yasaklar, hapisler, tedhişlerle sesini kısmak isteyenlere ‘zalimler için yaşasın Cehennem!’ diye haykıran Üstadı gibi hiç susmayan hakkın sesiydi.
Mehmet Kutlular… 12 Eylül darbesi sonrasında Kemalizm’le dindarları barıştırmak isteyen menhus ve karanlık projeleri Risale-i Nur projektörüyle fark eden, kirli oyunları Kur’ân’ın emrettiği meşveretten aldığı güçle bozan, istibdat ve tahakküm karşısında izzet-i İslâmiyeyi muhafaza eden mümtaz bir şahsiyetti.
Mehmet Kutlular, “adalet, meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvet”e dayanan bir cumhuriyeti; din ve vicdan hürriyetini güvence altına alan, faziletle ve ahlâk prensipleriyle süslenmiş bir ahrarlık anlayışına dayanan Demokratlığı savunan Üstadımızın dâvâsını, bu dâvâyı seslendiren Zübeyir Gündüzalp çizgisini Yeni Asya bayrağı altında muhkemleştiren isimdi.
En nihayetinde Mehmet Kutlular, mukaddes dâvâsı uğrunda şahsını, şahsiyetini, canını, canından bir parçayı, evlâdını feda eden bir dâvâ adamıydı. İlâ-yı kelimetullah dâvâsı için ruhundaki acılara aldırmayan, yalnızca dâvâsının selâmetini düşünen bir adam…
Hukukun askıya alındığı, demokratik siyaset imkânlarının alabildiğince yok edildiği, toplumun her kesimin korkutulduğu, bürokrasinin sindirildiği, zulmün başına adalet tacını geçirerek hükmettiği 12 Eylül’ün dehşetli günlerinde başında bulunduğu gazeteyi yalnızca hakkın emrine veren, hakkı seslendirmeyi, mazlûmların sesi olmayı varlık sebebi olarak addeden bir yürek… İhtilâli eleştiren, ihtilâlin hukuk dışı uygulamalarını cesur manşetleriyle duyuran Yeni Asya’nın tavrı karşısında ‘ihtilâl komitesi’ “kimden cesaret alıyorsunuz da bunları yapıyorsunuz?” diye hayretle sormaktan kendini alamıyordu. Hayatı üç günlük dünyanın üç kuruşluk menfaatine indirgeyenler bu cesaretin imandan kaynaklandığını, bu cesaret ve hakperestliğin idamla yargılandığı esnada bile şehamet-i imaniyesinden kaynaklanan bir cesaretle Rus Kumandanına, Divan-ı Harbi Örfi komutanına karşı duran Üstadı Bediüzzaman Said Nursî’den miras kaldığını hiçbir zaman anlayamayacaklardı.
Bediüzzaman Said Nursî idamla yargılandığı Divan-ı Harp’te “Sen de şeriat istemişsin?” diyerek kendisini korkutmaya çalışan, az sonra idam edileceğini ima eden mahkeme reisine “Şeriatın bir hakikatine bin ruhum olsa feda olsun” diyerek cevap veriyor, yapılan hukuksuzlukları dile getirdikten sonra “Bir masumu idam etmek mi, yoksa on caniyi affetmek mi iyidir?” diye sorarak hakikî adalet dersini haykırıyordu. Hakkın, adaletin sesi olmak… Bu Mehmet Kutlular’ın mensubu olmakla iftihar ettiği Nurculuğun Bediüzzaman Said Nursî’den miras kalan en temel özelliği değil miydi?
Dik duruşu temsil eden tavır
Mehmet Kutlular’ın hikâyesi, savruluşların, kayboluşların, kaypaklığın hüküm sürdüğü bir dünyada hakperestliğin, hakkı temsil eden dik duruşun, imanlı söyleyişin, Müslümanca hallerin adıdır.
Mehmet Kutlular, Yeni Asya ismi etrafında bütünleşmiş bir cemaatin de belli vasıflar çerçevesinde temayüz eden bir ismiydi. Meşverete sahip çıkma, hakkaniyet, adaletli olma, emaneti koruma, sadâkat, cesaret, delikanlılık; yıldırma, tehdit, baskı vb. durumlarda inandığı dâvânın gereklerine her şart ve zeminde sadâkatle sahip çıkma… onun öne çıkan hasletlerinden bazılarıydı.
Kendi benliğinden, şahsî kemalat ya da dünyevî beklenti ve arzularından mensubu olduğu cemaatin menfaatleri, sahip çıktığı dâvâsının istikbali uğruna vazgeçmek, yardan anadan serden geçmek şeklinde klişeleşen dâvâ adamlığı sözünü hayatının her safhasında yaşayarak göstermek…
Bediüzzaman Said Nursî’nin “kâinata değişmem” dediği talebesi Zübeyir Gündüzalp’in rahle- tedrisinden geçmiş biri olarak bir dâvânın ayakta kalması için gereken liyakat, meşveret, tedbir, doğruluk, ihlâs ve sadâkat gibi temel özellikleri hayatının merkezine koymak…
İnandığı gibi yaşamak, inandığı yolda her şeyden vazgeçmek, Her şeyden herkesten daha öncelediği, hayatını her şeyiyle vakfettiği bir dâvâ şuuruna sahip olmak… Şahsına yapılan her türlü hakaret, saldırıya ehemmiyet vermeden sadece dâvâsının geleceğini düşünen, mensubu olduğu cemaatin menfaatlerini önceleyen bir şuurla hareket etmek...
Asrın varisi Bediüzzaman Said Nursî’nin, yalnızca Türkiye’nin değil, İslâm âleminin kurtuluş reçeteleri olarak sunduğu hürriyet-i şeriye, meşveret-i meşrûa, adalet-i mahza, muhabbet ve uhuvvet gibi Kur’ânî temelleri gazete lisanıyla her şartta haykırabilme arzusu ve bunu gerçekleştirme cesaret ve azmi Mehmet Kutlular’da açıkça görülen liyakat ve karakter özellikleriydi.
Fotoğraf: ERHAN AKKAYA - Yeni Asya
—Devam Edecek—