Risale-i Nur’un dellâllığıyla Kur’ân hakikatlerini matbuat lisaniyle duyurma misyonunu üstlenen Yeni Asya, yarım asırdır maruz kaldığı türlü türlü saldırılara ve baskılara rağmen yayın hayatını tavizsiz bir şekilde sürdürme başarısını devam ettiriyor. Bu misyonun gerçekleşmesinde Bediüzzaman’ın talebeleri Zübeyir Gündüzalp gibi mümtaz isimlerin Mehmet Kutlular’a gazetenin başında durma görevini vermelerinin rolü büyüktür.
Hazırlayan: AHMET DURSUN
***
NURCULUK DÂVÂSI…
Nurculuk… Milletin selâmeti uğruna Allah rızası için kendinden geçenlerin oluşturduğu, alevleri göklere ulaşan yangınlarda tutuşan imanları kurtarmak için gözünü kırpmadan yangına dalanların serencamı… Dinsizlik üzerinden tarif ettiği laiklik ve ötekileştirici, tektipleştirici bir ulus devlet anlayışıyla devleti ele geçiren, siyaseti dinsizliğe alet eden, demokratikleşmenin önünü kesen ideolojik yapıların her zaman hücumuna maruz kalan mazlum bir dâvânın adı…
“Cemiyetin selâmeti uğruna bir Said değil bin Said feda olsun” diyen Said Nursî’nin ismine yaslanan, bütün mefkûresini asrın tefsiri Risale-i Nurlar’la şekillendiren, vicdandan devlete, devletten cihana uzanan yolları iman, ahlâk, adalet, hürriyet ve barış ile süslemeyi şiar edinen bir dâvâ… Gücü, menfaati, enaniyeti, nefisperestliği hayatın merkezine koyanların dünyasında elbette böyle bir dâvâyı sahiplenmek, pozitivist ve materyalist yaklaşımları yerle bir eden, kuvvete dayalı düzenleri zir ü zeber eden bir dâvânın bir neferi olmak ağır bedeller ödemeyi gerektirecektir.
Mehmet Kutlular, bu hikâyede bu ağır bedeli en çok ödeyen isimlerin başında gelmektedir. Ne var ki o, sımsıkı yapıştığı dâvâsının idrakiyle bu bedelleri dünden ödemeye hazır bir kahramandır. Kur’ân’ın bu asırdaki dellâlı, hizmetkârı, sesi, müfessiri Bediüzzaman’ın gaye-i hayali olan Kur’ânî ve Nebevî değerleri çağımızda yaşatma idealinin yapı taşlarını yaslandığı şahs-ı manevî ile birlikte adım adım döşeyen kartal bakışlı bir gariptir…
“Tevekkeltü Alellah” diyerek yola düşenlerin dünyasında korkuya yer yoktur. Kaybetme duygusu, kaybetme korkusu yalnızca İslâm’ın hakikatleri ile ilgilidir. Yeter ki İman ve Kur’ân hakikatleri zarar görmesin… bizim şahsımızın, başımıza gelenlerin hiçbir ehemmiyeti yoktur.
Bu Üstad Bediüzzaman Said Nursî’nin yoludur. Mehdi-i Âli Resul vazifesiyle tavzif edilmiş, asrın değil asırların adamının etrafındaki hizmet erleri... Korkutulmuş, sindirilmiş, kimliğini kaybetmiş, kaybettirilmiş bir cemiyette kaybolmuş ruhlarını tekrar bulduracak bir cesareti, mukaddesatı uğrunda her şeyini ortaya koyacak fedakârlık derslerini Üstadları Bediüzzaman Said Nursî’den almışlar ve herkese ders olarak vermektedirler.
İmanını yitirmiş nesilleri, Kur’ânî değerleri unutmuş bir cemiyeti Yaratıcısıyla yeniden tanıştıracak, İslâm coğrafyasının makûs talihini yenecek, tek adamlığın, tek particiliğin sultasından, zillet ve sefahatin hegemonyasından bütün İslâm dünyasını kurtaracak fikirleri haykıracak yeni bir sese ihtiyaç vardır. Bu ses, Bediüzzaman Said Nursî’nin hayallerinden biridir de… İman hakikatlerini matbuat lisanıyla neşretmek…
İttihad’la Başlayan Arayışların Meyvesi Yeni Asya Oldu
Yeni Asya’nın ilk çıktığı gün kaderin bir cilvesi olarak Asya ile Avrupa kıt’alarını birbirine bağlayacak olan Boğaz Köprüsü’nün temelleri atılmıştı. Yeni Asya aynı gün, bu maddî birleşmeyi manevî olarak sağlayacak bir yayın çizgisini başlatıyordu.
Yeni Asya’nın Misyonu Ve İfade Ettiği Anlam 21 Şubat 1970…
Türkiye’nin yaralı demokrasisinin can çekiştiği, her alanda keşmekeşin hâkim olduğu günler…
Bediüzzaman Said Nursî’nin vefatından az sonra gelen, İslâm kahramanı Adnan Menderes’le birlikte iki arkadaşının da elim idamıyla sonuçlanan, toplumun her kesiminde korku rüzgârlarını hâkim kılan 1960 askerî darbesinin izlerinin her alanda görüldüğü günler...
Arayışlar… İmansızlık akımlarının cenderesinde sıkışmış nesiller… Kur’ân’a susamış gönüller… Yardım isteyen biçare gönüllere nasıl ulaşmalı, kurtuluş reçetelerini nasıl duyurmalı… Bir zemin, bir yol, bir çare olarak “Lahana yaprağı kadar da olsa, günlük bir gazetemiz olsa…” denilerek hasretle iç çekiş günleri… Risale-i Nur hakikatlerini gazete diliyle nasıl duyurabiliriz arayışları…
21 Şubat 1970…
İttihad’la başlayan arayışlar ve İttihad’ın bir meyvesi olarak doğan Yeni Asya…
Bir manifesto niteliğindeki “Asyanın bahtının miftahı meşveret ve şûrâdır” sloganıyla vatan sathını mektep yapmak gayesiyle yola çıkan, yarım asırdan beri günlük bir gazete olarak basın dünyasında yerini koruyan Yeni Asya, yalnızca İslâmî kesimin değil, milliyetçi, muhafazakâr, laik kesimlerin de her zaman ilgi odağı olarak kalmayı başaracaktı. Bu ilginin sebebi, gazetenin ne malî, ne de siyasî gücünden kaynaklanıyordu. Şüphesiz Yeni Asya’nın dayandığı fikrî derinlik, yaslandığı fikrî kaynaklar ve değerler onu Türk basın âleminde farklı bir yere taşıyordu.
Asrın mütefekkiri büyük İslâm âlimi Bediüzzaman Said Nursî’nin her alandaki fikirlerini temel referans kaynağı olarak alan ve Risale-i Nur’un dellâllığıyla Kur’ân hakikatlerini matbuat lisaniyle duyurma misyonunu üstlenen Yeni Asya, yarım asırdır maruz kaldığı türlü türlü saldırılara ve baskılara rağmen yayın hayatını tavizsiz bir şekilde sürdürme başarısını devam ettiriyordu.
Bediüzzaman Said Nursî’nin İstanbul’a ilk geldiği Meşrûtiyet yıllarının tartışmalı günlerinde bir gazete çıkarmak teşebbüsü Yeni Asya’nın tarihî referansını oluşturuyordu. Fikirlerin kılavuzu olmak, Kur’ân hakikatlerinin naşiri efkârı olabilmek, İslâmî edep ve terbiye ile süslenmiş bir gazeteciliğin temsilciliğini üstlenebilmek gibi temel ilkelere dayanan Bediüzzaman Said Nursî’nin gazetecilik anlayışı yarım asırdır Yeni Asya ile yaşatılıyor.
Bediüzzaman’ın Divan-ı Harb’te yargılanırken savunmasını İslâmiyet nokta-i nazarından yapacağının duyurması, hayatı pahasına dahi olsa hayatının merkezine koyduğu İslâmiyet hakikatlerinden vazgeçmeyeceğini bildirmesi Yeni Asya’nın tarihî çalkantılar esnasındaki duruşunun özeti olacaktır. Hak, hukuk, adalet, hürriyet gibi temel değerlerin her ne pahasına olursa olsun gazetecilik lisanıyla kamuoyuna aktarılması, hak ve doğru olanın her şartta seslendirilmesi gibi Bediüzzaman’dan tevarüs eden bir mirasın tavizsiz şekilde bu günlere aktarılmasında -hiç şüphesiz- en önemli rolü, mensubu bulunduğu cemaati ile birlikte Mehmet Kutlular üstleniyordu.
Yeni Asya, Türkiye’nin darbelerle yaralı demokrasisinin güçlenmesinin, hürriyetin her alanda olduğu gibi basın dünyasında da yaygınlaştırılması ile mümkün olabileceğini savunuyordu. Bu bağlamda darbelere, anti demokratik uygulamalara her şartta karşı çıkıyor, milletin mukaddesatına kasteden hareketlere müsbet hareket prensibiyle karşı duruyordu. Tarihin her döneminde anti demokratik uygulamalara ve baskılara maruz kalmış; ancak çoğunlukla baskılara karşı duramayarak baskıcı-darbeci anlayışların yanında yer almış, konjonktürel davranmayı tercih etmiş Türk gazeteciliğinden çok farklı bir duruştu bu. Ancak Yeni Asya bir istisna idi.
Yeni Asya, Bediüzzaman’ın meşrûtiyet ve cumhuriyete sahip çıkan hürriyetçi tavrını sürdürmeyi şiar edinmişti. Bu tarihî bir misyondu. Bu misyonun gerçekleşmesinde Bediüzzaman’ın talebeleri Zübeyir Gündüzalp gibi mümtaz isimlerin Mehmet Kutlular’a gazetenin başında durma görevini vermelerinin rolü büyük olacaktı. Kader ağlarını örüyor, Türk basını tarihe geçecek bir dâvâ adamıyla tanışmanın ilk adımlarını atıyordu. Bazılarına göre büyük bir prestij, şan ve şöhret anlamına gelen bu durum Mehmet Kutlular ve arkadaşlarının gözünde sadece bir vazife idi. Bu, gayet ağır, büyük ve kudsî bir iman vazifesini, Kur’ân hizmetini ihsan-ı İlâhî olarak omuzlanmaktı, Nurculuk literatüründeki adı sadece bir “istihdam” idi.
Mehmet Kutlular bu vazifenin ehemmiyeti ve büyüklüğü karşısında önce çekimser davransa da ağabeylerinin emir tarzındaki vazifelendirmesi ile gazetenin başına geçiyor ve böylece asırlara sığmayacak bir dâvânın çileli hikâyesi başlıyordu.
Yeni Asya’nın ilk çıktığı gün kaderin bir cilvesi olarak Asya ile Avrupa kıt’alarını birbirine bağlayacak olan Boğaz Köprüsü’nün temelleri atılmıştı. Yeni Asya aynı gün, bu maddî birleşmeyi İttihad-ı İslâm ve Sulhu Umumî ideali çerçevesinde manevî olarak sağlayacak bir yayın çizgisini başlatıyordu. Nurculuğun naşir-i efkârı olacak bu gazete Bediüzzaman Said Nursî’nin diğer cemaatler ve meşrepler için ortaya koyduğu “Mesleğim haktır veya daha güzeldir demeye hakkı vardır, ama yalnız benim mesleğim haktır demeye hakkı yoktur” prensibiyle hareket edecek, cemaatler arası uhuvveti muhafaza edecek bir yayın politikasını benimseyecekti.
Yeni Asya’yı siyasî yayın politikası açısından ayrıcalıklı kılan diğer bir husus Bediüzzaman’ın Nurcular’a yüklediği “Demokratlara istinad olmak” vazifesini hakkıyla yerine getirmekti. Siyaseti dinsizliğe âlet eden akımlar karşısında yükselen dini siyasete âlet etme anlayışı, iktidarı ele geçirerek dine hizmet edileceği zannı İslâmî kesimlerin kafasını karıştıran bir durumdu. Yeni Asya, Risale-i Nur’un ortaya koyduğu siyasî prensiplerin gereği bu anlayışların karşısında olacak, bazı kesimlerin küfür rejimi olarak addettiği demokrasiye sahip çıkacak, demokratik zeminlerin yaygınlaştırılması, hukukun üstünlüğü, meşveret ve adalet gibi demokratik cumhuriyet prensiplerinin hâkim kılınmasını neşriyatının varlık sebeplerinden biri olarak görecekti.
Bu bakış açısı ne yazık ki günümüzde de Yeni Asya’yı sıkıntıya sokan, gazetenin baskı altında tutulmasını sağlayan unsurlardan biri olacaktır. Çünkü Yeni Asya siyaseti dinsizliğe âlet eden anlayışa karşı olduğu gibi dini siyasete âlet eden anlayışa da karşı idi. Çünkü Bediüzzaman Said Nursî’nin ifadesiyle “din umumun mukaddes malı”ydı. Dinin siyasallaşması, mukaddes değerlerin itibarsızlaştırılması tehlikesini beraberinde getirecek, yapılan her yanlış dine mal edilecek, din karşıtlarını ve dinden soğuyanları çoğaltacaktı. Yeni Asya bu mülâhazalar çerçevesinde Bediüzzaman Said Nursî’nin Ahrarlar olarak nitelediği Demokratlara sahip çıkma çizgisinden asla taviz vermeyecek, bu da dinî kimliğiyle siyaset yapan partilerin tepkisine yol açacaktı. Din adına siyaset yapanların iktidar dönemlerinde, kendilerini desteklemediği gerekçesiyle Yeni Asya’yı baskı altına almaları, cemaati faaliyetlerini engellemeleri alışılmış bir durum haline gelecekti. Din–devlet ve siyaset ilişkilerinin normalleştirilemediği Türkiye’de Yeni Asya, çoğulcu, demokratik ve hakperest tutumundan dolayı sürekli baskıya maruz kalıyordu. Baskının büyüğü ise devletin dinî gruplara bakışından kaynaklanıyordu.
ASLî VAZİFE, FERTLERİN iMANLA KABRE GİRMELERİNİ SAĞLAMAKİ
Aslî vazife olarak fertlerin imanla kabre girmelerini sağlamaya çalışmak, insan merkezli, demokrasiyi bir adalet ve fazilet rejimi olarak gören siyaset anlayışına sahip çıkmak gibi temel prensiplere yaslanan Nurculuk, günlük Yeni Asya ile bu fikirlerini duyuruyordu.
—DEVAMI YARIN—