Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal’ı medyada ve kamuoyunda 1 iken 11 haline getiren ikinci 1 durumundaki Ordu Milletvekili Cemal Enginyurt, ekibiyle birlikte Gaziantep Üniversitesi Rektörünü ziyaret eden AKP Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Numan Kurtulmuş’un bir fotoğrafını her nereden bulduysa(!) bulup sosyal medyada paylaşmıştı.
Fotoğrafta makam koltuğunda Kurtulmuş oturuyor. Yanında ayakta zavallı rektör, yakası ilikli ve elleri hörmetle bağlı halde bir mevzu hakkında izahta bulunuyor.
(Arkadaki iki fotoğraftan da neredeyse ikiz iki “tek adam” M. Kemal ve R. Tayyip kendilerini izliyor!)
Bu görüntü, Boğaziçi protestoları döneminin de üzerine geldiği için, haklı olarak eleştirildi.
Bunun üzerine Kurtulmuş şu açıklamayı yaptı: “Meselenin aslı hoca-talebe ilişkisi içerisinde yapılan bir ziyarettir ve burada asla, bir kelime dahi politika konuşulmamıştır, bütün kayıtları ortadadır. … Dolayısıyla samimî bir dostluk ziyaretidir, hocanın talebesini ziyaretidir, talebesinin de o sevinçle hocasını karşılaması. Nihayetinde ev sahibi bize nereye otur derse oraya oturacağız. Misafir, ev sahibinin gösterdiği yere oturur. Bu, bir makamı işgal değildir. İşleri güçleri, zihinleri tersine çalışanların bu konuyu tekrar düşünmeleri ve yaptıkları nezaketsiz tavırlardan dolayı da mahcup olmalarını dilerim.”
Biz de bir yazıyla bu görüntüyü eleştirmeye niyetlenmiştik ki Sayın Kurtulmuş’un eleştirileri püskürtmeye çalıştığı bu açıklamayı okuduk. Ama hiçbir ayrım yapmaksızın tüm eleştirenlerin ve eleştirilerin nezaketsiz tavır içinde olduğunu iddia edip mahcubiyet dileyen bu açıklama karşısında mahcup olduk mu?
Evet, çok mahcup olduk!
Zira koca koca adamlar yine suçu başkalarına atma yarışında. Bir defa da “evet yanlış yaptım” deseler sanki ölecekler.
Neymiş, rektör “sen buraya otur” demiş, o da misafir olduğu için kıramamış ve -dolayısıyla aslında oturmaması gereken yere- oturuvermiş. O zaman da şunu derler adama: “Demek öğrencini iyi yetiştirememişsin ki seni açık düşürmüş ve sen de düşmüşsün!”
Tamam, bu rektör senin eskiden doktora öğrencin olabilir. Ama artık o da bir profesör ve artık bir rektör. Onun yakışıksız teklifini nazikçe reddedip en azından makamı boş bırakarak karşılıklı oturmak varken amir memur ilişkisine çok benzeyen bu “hoca talebe ilişkisi”ne ne gerek vardı.
(Elbette rektör Arif Özaydın’ın kısa süre önce kimlerin nasıl bir tavassutuyla atandığı da artık gizlenebilecek bir şey değil).
Kurtulmuş, aynı açıklamasında, Boğaziçi protestolarının engellenme şekli hakkında eleştiri yapan Batı hakkında şunları demiş: “Bir siyahinin boğazına basarak ölümüne sebep olanların söz hakkı yoktur. Avrupa’daki protestolarda orantısız güç kavramının bile yetersiz kalacağı şekilde müdahale edenlerin söz söylemeye hakkı yoktur.” Dolayısıyla böyle toptancı bir Kurtulmuş’tan da zaten ancak yukarıdaki savunma beklenirdi.
Üniversite özerkliğinin yerlerde süründüğünü biliyorduk ve biliyoruz.
Rektörlerin “ilmin izzeti” kavramını ve üniversite özerkliğinin anlamını bilemeyen kişilerden seçilmesinin bizi ne hale getirdiğini de hep beraber görüyoruz.
Kendisinde bulunan ilim adamı (ulema) kisvesi ile yönetici (ümera) statüsünü ayırt etmeyi ve ayırt ettirmeyi başaramayan “evvelin muhalif şimdinin muktediri” bir profesörün mazeret beyan ederken adeta çamur atma yarışını da maalesef görüyoruz.
Ey gerçek âlimler, çıkın ortaya!
Ulemayı ümeranın kapısına düşüren ve ümerayı ulemanın tepesine çıkaran bu rezil dönemi de tez zamanda kapatalım artık.