Normalde Diyanet’in kendisi siyanet kuruluşudur. Ona yardım etmek değil ondan medet istemek gerekir ve beklenir.
Ama o “normalde”ki günlerde değiliz. Şimdi başka normalimiz ve normallerimiz var ve bu yeni normal çok anormal.
Aslında sadece bugün yazacağımız konuda değil her konuda Diyanet İşleri Başkanlığına yardım etmek gerek.
Zira sigara meselesi ve başka örneklerden anlayabildiğimiz kadarıyla “Ben bazı dinî konuları kendi atadığım Diyanet İşleri Başkanımdan daha iyi bilirim, dolayısıyla fetva verme konusunda da ondan daha yukarıda ve daha ehilim” diyen bir cumhurbaşkanı var.
Banka, promosyon, faiz, caiz, vs. konuları da belli ki bu kapsamda.
Cumhurbaşkanı Diyanet’e ve başkanına “Bu iş sizin işiniz, işinize ve makamınıza hürmet ederiz, dinimizce en iyisini siz bilirsiniz” diyor olaydı, o zaman, “Bize iş düşmez” diyebilirdik.
Peki şahsen biz neden bu konuda vazifeliyiz?
1989’da İstanbul Hukuk’ta savunduğumuz ve Diyanet’in ve İlâhiyat’ın kütüphanesinde de kitap olarak bulunduğunu tahmin ettiğimiz “Bankalarla Karşılaştırmalı Olarak Hukukî Yönden Özel Finans Kurumları” adlı doktora tezimiz ile diğer kitap ve makalelerimiz ve yönettiğimiz tezler gösterir ki biz bu konunun ilgililerinden biri ve en azından meraklısıyız.
*
Önce promosyonu netleştirelim:
Maaş ve ücret ödemelerinde havale aracılığı yapan bankanın normalde bu hizmet için ücret alması beklenir.
Hesap sahiplerine promosyon adı altında bir tür bedel vermesi ve bu konuda bankalar arasında bir piyasa oluşması gösteriyor ki bankalar bu işten kâr edebiliyor. Şöyle:
İşveren işçisine, devlet de memura ve emekliye yapacağı aylık ödemeyi onlar adına kendi tercih ettiği bir bankada açtırdığı vadesiz hesaba yatırıyor.
Ancak hesap sahipleri bu paraların tamamını aynı gün hesaptan çekmiyor ya da vadeli hesaba aktarmıyor. Böylece banka kasasında günlerce kalan ve günden güne azalan para bir tür dış kaynak olarak bankanın kullanımında kalmış oluyor. Bedava sermaye…
Bankalar da bu aracılık işini kapabilmek için hesap sahiplerine promosyon adı altında bir tür bedel veriyor.
Bu iş Avrupa’da yok. Zira faiz orada yok denecek kadar düşük.
Faizsiz çalışan, ama bazılarına göre harama “bulaşan” faizsiz bankalar dahi fetvasını bulup promosyon verebildiğine göre bu bankalardan alınan promosyon helâldir denilebilir. Ama kolları sıvayıp harama “girişen” bankadan ve bilhassa özel sektör bankasından alınanına caiz demek kolay değil. Helâl mezeyi meyhanede yemek caiz olmadığı gibi…
*
Türkiye Kamu-Sen adlı Konfederasyona kendisini bağlayan Türkiye Diyanet Vakıf-Sen adlı memur sendikasının web sayfasında yer alan açıklama:
“… maaşlara enflasyon oranında zam yapılmıştır. Bu durum ise sözleşme yapılan bankaların kâr realitelerini daha da artırmaktadır. Dolayısıyla banka maaş promosyon anlaşmalarının günümüz ekonomik koşulları göz önüne alınarak güncellenmesi gerekmektedir. … Verilen banka promosyon miktarlarının personelin lehine… yeniden değerlendirilmesi hususunda Diyanet İşleri Başkanlığı ve ilgili bankalara yazılı müracaatta bulunduk.”
Bu ve benzeri başvurular üzerine çalışma başlatan Diyanet’in maaş ödemelerini faizsiz bankalar üzerinden sürdürme gayretinde olduğu anlaşılıyor.
İddiaya göre Diyanet yetkilileri, henüz ihale süreci olmadan katılım bankalarını davet ederek, “Sizinle çalışmak istiyoruz, ona göre fiyat verin” demiş.
Ancak yine iddiaya göre Türk Diyanet Vakıf-Sen, Diyanet Birlik-Sen, Öz Büro İş Sendikası gibi Diyanet içinde örgütlü sendikalar, bu ayrım yapılmaksızın en yüksek promosyonu veren bankaya geçişi istiyorlarmış.
Birgün’den Mustafa Bildircin’in haberine göre, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş da katılım bankasında ısrar ediyormuş ve gerekçesini “ben 150 bin personeli haramdan koruyorum” diye açıklamış.
Başkan bizce haklı.
Ama soru çok. Asıl mesele ise şu:
Cevabı, hem paraya ve bankacılığa, hem de dine ve Diyanet’e hükmetmeye çalışan Beştepe mi bulacak yoksa Diyanet mi?
Özerk olabilseydi bu soruyu sormayacaktık.