Bu gece, bir İlâhî mevhibe.
Âlemlerin Rabbinin
mağfiret sofrası, bu gece.
“İste!” diyor, iste… “Ne istersen vereyim.”
Cenab-ı Hak rahmet ve merhamet kapısını ardına kadar açıp, “Ne istersen vereyim” diyor, ama bu fakir, buna lâyık mı acaba? Hayat defterini ele almak gerekmez mi? Bunun içindir ki bu gece, ben, evvelâ nefsimden başlayarak ömür sayfalarımı evire çevire, hayatımın icmalini gözden geçirmek, noksanlarımı tezekkür etmek istedim:
Hâlık-ı Rahîm’in halk ettiği, istifademize sunduğu bunca rızkı; saymayı hayal bile edemeyeceğimiz çokluktaki bunca nimetleri yiyip içip, kullanıp da şükründen âciz olduğum bir hakikat.
Bizi, “biz” edecek; bizi doğru yola sevk edecek emirlerine rağmen, gaflet edip, vecibelerimi olması gerektiği gibi yapamadığım, O’na âyân.
Ne nefsimin ne de neslimin selâmeti için, onlara, lâyık-ı veçhile zaman ayırmadığım, emek vermediğim sır değil. Şikemperver karnımı çatlayıncaya kadar doyurup, komşuma; garibe gurabaya, fakire fukaraya şöyle bir dönüp bakmadığımın bedelini gün gelip ödeyeceğimi biliyorum.
Günde kırk defa, huzurunda el bağlayıp, Allah’ım! “Bizi doğru yola ilet”1 dediğim hâlde ihtirasım, nefisim ve şeytanımın iğvâsıyla bir türlü eğri yoldan el etek çekmediğimi; benden başka beni “Bilen” birinin bildiğini de biliyorum.
Gıybetin ne kadar kötü bir şey olduğunu; dinen, “Kardeşinin etini yemek” derecesinde kerih görüldüğü hakikatini defalarca işittiğim, okuduğum hâlde, bu şenî davranıştan vaz geçmeyişimin akıbeti belli…
Siyaset hakkında, diyanet hakkında bilgiçlik taslamam, ileri geri konuşmam; dahası, bundan, âdetâ haz almam ne kötü bir tabiat. İsrafım ise, diz boyu!
Bir kimse, “İsraf ettiğin nimetin her zerresi başkasının hakkına girmek, istifadesini engellemektir” dese verecek cevabım, söyleyecek sözüm yok. Anama babama saygısızlığımdan; eşime, çoluk çocuğuma sevgisizliğimden dolayı mesulüm, günahkârım.
Peygamberimizin (asm) bilhassa emrettiği sıla-i rahmi ihmal edişimi ne ile izah edebilir, hangi mazerete sığınabilirim?
İbadet ve taatte eksiklerimi sormayın…
Menfaatte ileri, sehâvette, hayır hasenatta geri duran kör nefsim zekâttan, sadakadan bahsedilince, emvalin sahibiymiş gibi yan çiziyor. Halbuki, beni veren O, bana veren, O. Benim de, O’nun verdiklerinden vermem gerekmez mi?
Bütün bu kabahatlerimi önüme koyarak, “Ben”i sigaya çektim.
Günahım, çok büyük; ama ümidim de çok büyük. Çünkü biliyor ve bütün zerratımla iman ediyorum ki: Allah (cc), “Korktuğumuz en büyük şeylerden daha büyüktür.”3
Rabbimiz, kitabında; “Rahmetim her şeyi kapsamıştır”;4 bir kudsî hadiste ise; “Rahmetim gazabımı geçmiştir”5 buyurmaktadır.
İşte, bu gece, berat etmeyi umduğumuz bu gece; günahımız, kabahatimiz ne kadar büyük olursa olsun, O’dan isteme; alnımızı kapının eşiğine koyup, O’nun mağfiretini dileme gecesi.
Kâinatı kudret elinde tutan Rabbimiz, Berat Gecesi, tenezzül-ü İlâhî olarak dünya semasında tecelli ediyor. Cümle kullarına: “Bağışlanmak isteyen yok mu? Onu bağışlayayım. Rızık isteyen yok mu? Onu rızıklandırayım. Dertli yok mu? İstesin de derman vereyim”2 buyurduğu ve bu çağrının şafak sökünceye kadar devam ettiği ifade ediliyor.
Madem öyle; gelin, biz de nedamet edip tazarru ve niyazla, Allah’tan (cc) mağfiret dileyelim:
“Ey ihsanından daha ahsen bir ihsan olmayan Hayrü’l-Muhsinîn.
“Ey dergâh-ı rahmeti, af ve mağfireti her günahkârın ve her âsînin tahassüngâhı olan Gufrân.
“El-anam, el-aman!
“Bizi azap ateşinden ve Cehennemden halâs et.”6
Âmin, âmin, âmin.
Dipnotlar:
1- Fatiha Suresi: 6.
2- İbni Mace, İkame, 191; Tirmizî, Savm, 38.
3- Şualar, 257.
4- Araf Suresi: 156.
5- Müslim, Tevbe, 14.
6- Ümit Şimşek, Risale-i Nur Işığında Cevşen Meali, 8,11,13.