Ön not: Bu yazıda yazacaklarımızın bizim ülkemizle alâkası yoktur. Hatta bizim dünyamızla dahi…
Öyle bir ülke düşününüz ki;
Yüksek mahkemelerinin, büyük adliyelerinin ve hatta diğer birçok adliyesinin en az iki kapısı var.
Bir kapısından yüksek hâkimler ve yüksek savcılar girip çıkıyor. Diğer kapılarından avukatlar, vatandaşlar ve yabancılar “kimlik göstererek” girip çıkıyor.
Aynı durum adliye içi asansörlerde de kendisini gösteriyor. Bir asansör neredeyse “zata mahsus,” diğerleri umumî.
Buraya kadar tamam. Belli ölçüde ve bilhassa güvenlik gibi belli sebeplerle kabul edilebilir bir ayrım.
Ama o birinci kapı “protokol kapısı” olarak da anılıyor ve kullanılıyor ise düşünmemiz lâzım.
Havaalanlarında uçağa binişlerde VIP kapısı veya CIP biniş gibi uygulamalara benzetip “bu da normal” diyebilir miyiz?
Adliyelerde VIP olunur mu? Devlet bürokrasisi açısından VIP kişiler adliyede de VIP midir? Kendisine böyle muamele yapılmasını isteyebilir mi?
Konu elbette yürütme ile yargı arasındaki ilişkilerle alâkalı.
Konu “yargı bürokrasisi” kavramının makûliyeti, manası ve sınırları ile de ilgili.
Ama asıl mesele, “Ben yürütmede statü sahibiyim” diyenlerin, “yargının da bu statümü dikkate almasını isterim” deme hakkına sahip olup olmadığı ile ilgili.
Hukuk devletinde yargı yürütmeden bağımsızdır. Yürütme organının mensupları da yargının denetimi altındadır.
Kanunların öngördüğü doğrudan veya dolaylı ve sınırlı dokunulmazlıklar sebebiyle yargı bir kişiye dokunamıyorsa dokunamaz. Dokunabiliyorsa o zaman da muktediri muhalifi fark etmez. Muktedirlerin dava dosyaları torpilli olamaz.
Bu durumda, devletten bir şekilde polis koruması elde etmiş eski/yeni siyasetçilerin ve bürokratların, bir adlî olay sebebiyle adliyeye davet edildiklerinde ya da adliyeye işleri düştüğünde girecekleri kapı neden protokol kapısı olsun ki? İmtiyazları nedir?
Davet edilmemiş olmasına rağmen adliyeye ya da yüksek mahkemeye kendisini davet ettirip gelen misafir neden protokol kapısından girer ki?
Adalet konusunda “ricacı olmak” için mi? İş takibi yani dosya takibi için mi?
***
Gelelim “takipli dosya” meselesine…
O ülkede iki kalem memurunun birbiriyle konuşmasında “o dosya takipli abi/abla” dediğini duyuyorsunuz. Ne düşünürsünüz?
İyi niyetli ve hukuk bilgisine ya da tecrübesine sahip biriyseniz bu dosya için aklınıza “icra takibi dosyası” ya da “avukatına müzekkerenin elden takibi yetkisi verilmiş dosya” olduğu fikri gelir. Bunlar doğrudur.
Ama üzerinde konuşulan dosyanın meselâ bir ceza davası dosyası olduğunu anlamışsanız yukarıdaki iki ihtimal de geçersiz olur.
Bu durumda da iyi niyetiniz sizi “başsavcının bizzat takip ettiği dosya” fikrine götürür.
Bu da olabilir, ama neden?
Protokol kapılarından girebilenlerin takip ettiği ve ettirdiği dosyaların “daha dikkatli inceleneceğini” ve dolayısıyla “daha adil sonuçlanacağını” varsayarsak, öyle olmayanların ne kusuru var ki “daha az adil” sonuçlansın!
Bu tür dosyaların daha hızlı sonuçlanacağını varsayarsak; acele işler kanunda sayılmış olduğuna göre, kanunda olmayan bir imtiyazı bir dosyaya sağlamanın adalete katkısı nedir?
Ama en önemlisi şu:
“O türden” dosyalarda kararın şu ya da bu yönde çıkmasını sağlamaya çalışanlar yargıya müdahale etmiş olmuyor mu?
Bu, yargı bağımsızlığı ilkesine uygun mu?
Bu türden dosyaların hâkimlerinin kendilerini rahat hissettiği düşünülebilir mi?
Bu durum hâkim dokunulmazlığı ilkesine uygun mu?
Bunlar bizim ülkemizde olmaz inşallah…
Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun, Yargıtay’ın ve Danıştay’ın üyeleri ile Adalet Bakanlığı bürokratları bunun teminatını vicdanlarında verebiliyordur “herhalde”…