Bir ülkede siyasetin kalitesini ölçmeye yarayan en önemli göstergelerden biri; siyasî parti kayıtlı üyelerinin, belediye başkanlarının ve milletvekillerinin parti değiştirme oranı ve sebebidir.
Seçmenin bu değişime ve gezentelik durumuna nasıl baktığı hususu, siyaset sosyolojisinin en çetrefilli konusudur.
“Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıkar” sorusu gibi. Ama unutulmasın ki yumurtadan tavuk çıkmaz. Daima ve sadece civciv çıkar, sonra büyür ve… ya tavuk olup yumurtlar ya da horoz olur ve...
Parti değiştirmenin çok azı ilkeseldir. Çoğu pratik ve pragmatik sebeplere dayalıdır.
En basiti “parti değiştirelim ve iktidara yanaşalım ki köyümüze/ilçemize hizmet gelsin” faydacılığıdır.
Bunun da arka planında “partiler arasında ne fark var ki” ya da “partilerin hangisine kayıtlı olduğumuzun ne önemi var ki” söylemi vardır.
Bir kısmı da daha başlangıçta “Ben seçileyim de hangi partiden olursa olsun fark etmez” hırsının getirdiği ilkesizliklerdir.
Ve tümü hakiki siyasetin hakikatini bilmemekten doğar.
Özetle bir ülkede değişim az ve ilkesel sebeplere dayalı ise siyaset ve onun ana kurumları olan partiler ile siyasî gerilimler ve cereyanlar oturmuş demektir.
Değişim fazla ise ve dolayısıyla pratik ve pragmatik sebeplere dayanıyorsa siyaset oturmamış yani ayakta ve geziyor demektir.
***
Bu “gezente”lik durumunun elbette siyaset ahlâkı ve hukuku ile de ilgisi vardır. Ama çaresi de yine ahlâktadır.
Nitekim 12 Eylül 1980 Darbesi öncesindeki siyasette transferler yaygınlaşmış ve bu durum siyasî ahlâkı bozmuştu.
Bunun da getirdiği tepkiyle darbeciler yazdırdıkları Anayasa’ya parti değiştirmeyi yasaklayan kurallar koydurmuşlardı.
Ancak sonrasında bu hukukî “tedbirler” işe yaramadı.
Zira pratik hukuku siyaset kurumu düzenlediği için siyasette ahlâk hukukun daima önündedir. Siyasetçinin ve onu destekleyen kitlenin ahlâkı bunu kaldırıyorsa kanun ne yazarsa yazsın çözüm olmaz.
Tek çözüm siyasetçiyi beş sene seçildiği partiye hapsetmektir ki bu da temel ilkeye aykırıdır: Siyasî partiler neticede dernek nevinden sivil toplum örgütleridir ve derneklerde giriş de çıkış da gönüllüdür.
Yani mesele ayran gönüllü siyasetçinin gönlünün nereden nereye ve neden kaydığı ile ilgilidir ve bu da hukukun değil, siyasetin konusudur.
***
Ancak bilhassa son seçimden sonra yaşanmakta olan milletvekili transferlerini sadece basit ve rutin ilkesizlikler olarak görmek kanaatimizce yanlış olur.
Zira siyasetin içinde derin istihbarat bilgilerine ve tahminlerine dayalı hamleler her zamankinden daha fazla.
İktidar partileri kendilerine ilave güç devşirebilmek ve böylece Anayasa’yı değiştirebilecek gücü elde etmek konusunda her zamankinden daha fazla isteklikler.
Dolayısıyla devlet gücünü bu amaçla kullanma konusunda da her zamankinden daha kudretliler. Ahlâkî sınır tanımadıkları da açık.
Bir muhalif partinin vekilinin ya da genel başkanının harcama alışkanlıklarından tutunuz da günlük hayat temposuna kadar… her şeyini bilme, analiz etme ve hatta yönlendirme gücüne sahip olan bir “devlet” kimler üzerinde neler yapar ve neler yapmaz?
Dolayısıyla muhalefet milletvekillerinin muhalefetin kendi içinde “gezmesi” de başka saiklere ve beklentilere dayalı olabilir.
Bunları satranç hamleleri gibi görmek de mümkündür.
Ama unutulmasın ki satrançta daima, bütün taşlar şah için feda edilir. “Piyon” da “at” da.
Bu sebeple bize “demokrat” lâzım.