İzmitli gazeteci ve o zamanın İzmit’teki İttihad ve Terakkî Cemiyeti’nin ileri gelenlerinden olan Rıfat Yüce, ‘Kocaeli Tarih ve Rehberi’ isimli kitabında Bediüzzaman’ın İzmit’e geldiği zaman kendisiyle yaptığı görüşmeyi anlatıyor. Rıfat Yüce’nin yazdığına göre; Bediüzzaman İzmit’e geldiğinde, bu durumu İttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin merkezine bildiriyorlar. Merkez de tutuklanmasını söylüyor ve Bediüzzaman gözaltına alınıyor.1 Kitabının daha sonraki sayfalarında Rıfat Yüce, Bediüzzaman’ın İzmit’e gelişini ve aralarında geçen ilişkileri ve konuşmaları şu şekilde aktarıyor: “31 Mart olayı olduktan sonra, gün aşırı cemiyette toplantılar yapıyorduk. Yeni haberler öğrenmek için her gün İstanbul’dan gelen treni karşılamak için istasyona giderdim. Bir gün gittiğimde trenin askerle dolu olduğunu gördüm. Hareket Ordusu İstanbul’a yaklaştığında İstanbul’da isyan etmiş olan askerler sırayla memleketlerine gidiyorlarmış. Onlarla biraz konuştum. Bu hareketlerinin iyi olmadığını ve geri dönmeleri gerektiğini söyledim. Onlar da ‘Memleketimize bir gidelim düşünürüz’ gibi bir cevap verdiler. Ertesi gün yine istasyona gittiğimde geç kalmıştım. Tren gelmiş, yolcular şehre doğru geliyorlardı. Aralarında farklı elbiseli bir zat gördüm. Herkes ona bakıyordu. Kim olduğunu sordum. Bediüzzaman Said Nursî dediler. Bu zatın şöhretini daha Meşrûtiyet ilân edilmeden önce duyuyordum. Diyorlardı ki; ’Doğudan bir Kürt Hoca gelmiş, İstanbul ulemasının takdirlerini kazanmış. ‘Meşrûtiyet ilân edildikten sonra bu zat matbuat sahasına çıktı. (…) Fikrî ve mütalâaları halkın dinî hislerini okşar surette olduğundan onun yazısı çıkan gazeteler çok okunurdu. Said Nursî İstanbul hamallarının kaba kumaştan yaptırmış oldukları dayanıklı elbiselerden giyinmiş, ama buna birçok ilâveler yapmış, kollarına yakasına çeşit çeşit yamalar, allı, mavili, kırmızı, pembe ve açık ve kolları, renk renk ve insanın aklına ne türlü gelirse o renkleri Bediüzzaman’ın elbisesinde bulabilirsiniz. Böyle türlü renklerin olması bilgin olduğuna işaretmiş. Sarığı da aynı şekildeydi. Ben bunun benzeri birisini görmüştüm, ama o meczuptu. Fakat bu öyle değil.” 2
Rıfat Yüce, bunları söyleyerek, kendisine verilen “Bediüzzaman’ın maddî ihtiyaçlarıyla (yatacak yer temini vs.) ilgilenmek, fikirlerini anlamak” gibi görevleri için bir otele yerleştiriyor. Yemek yediriyor. Bediüzzaman da namazını kılıp uykuya çekiliyor.
Bu arada İttihat ve Terakkî merkezinden Bediüzzaman’ın tutuklanması için emir geliyor. Tutuklanıyor ve İzmit Polis dairesinde Divan-ı Harb’e çıkarılıncaya kadar tutuklu olarak kalıyor.
Rıfat Yüce Bediüzzaman ile mülâkat yapıyor
Otelde İzmit eşrafından ve özellikle muhafazakâr kısımdan birçok kişi ziyarette bulunuyor. Bu arada Rıfat Yüce de bazı sorular soruyor. Bu sorular ve cevapları şöyledir;
1. İstanbul bilginleri ile konuşma yapıp yapmadıklarını sordum. Cevaben; ‘İstanbul bilginleri ile gö-rüştüm. Onlar çok iyi adamlar, fakat pek çokları derin bilgin değillerdir.’ dedikten sonra içlerinde Farsça bilenlerin az olduğunu ilâve etti. ‘İçlerinde sarf ve nahiv kaidelerle mantık, beyan, belâgat, bedii, fıkıh usûlü, fıkıh, kelâm, hikmeti atik iyi bilenler var’ diyerek takdir eden bir dil ile anlatmıştı.
2. ‘Niçin memleket elbisesini giyiyorsunuz?’ sorusuna da; ‘Bizim memleket halkı böyle giyer, ben de o halktan biriyim. Hocalar içinde İstanbul bilginleri gibi seçilmiş ayrı bir elbise yoktur. Yalnız bu renkler bilgin olduğuna işarettir’ dedi.
3. İnkılâbı (Meşrûtiyetin ilânını) nasıl karşıladığı sorusuna cevabı ise; ‘İnkılâbı iyi karşıladım. Allah’ın emri mucibince hareket edilirse iyi… Fakat İstanbul’un kötü düşünceli adamlarının elinde âlet olursa tabi kötü olur. Ben İnkılâb’dan sonra Selânik’e gittim. Niyazi ve Enver Beyler’le görüştüm. Onların fikirleri ve yapmak istedikleri şeyler çok iyi, fakat iş İstanbul’da bozuluyor.’
4. Muhaliflere ve gazetelere yazdıkları hakkında sorduğum soruya cevabı; ‘Meşrûtiyet ilân edildikten sonra İstanbul gazetecileri yanıma geliyorlar. Onlarla konuşurken söylediklerime, ertesi gün gazetelerinde birçok şeyler daha ilâve ettikleri halde görüyorum. Zira yazım düzgün değildir ve kitâbetim yoktur. Onlar iyi kâtip, gazete usûlü üzerine yazıyorlar. En çok yazı da İkdam Gazetesi’ne veririm. O hep doğru yazıyor. Volkan ve Serbestî gazeteleri çok ilâve yapıyorlar. Ben ancak gazetede görüyorum’ dedi.
5. İstanbul’dan niçin kaçtığını ve sonra ne yapacağını sordum. Cevaben; ‘İstanbul’dan korkudan kaçmadım, bir karışıklık var da ondan geldim. Buradan da Anadolu içlerine gideceğim’ dedi. Bu soru-cevaplar karşısında Rıfat Yüce, Bediüzzaman’ın Anadolu içlerinde yaşamış olmasına rağmen birçok ilmi okuduğuna ve bilgi sahibi olduğuna karar veriyor. Kaç yaşında olduğunu sorup, otuz iki 3 olduğu cevabını alıyor. Yaşını söyledikten sonra da Üstad Said Nursî; “Fakat bu son sekiz ay içinde yarım asırlık olaylara şahid oldum” diyor. 4
Bediüzzaman Abdülhamid ile görüştü mü?
Burada dikkatimizi çeken nokta Bediüzzaman’ın Rıfat Yüce’ye Abdülhamid ile görüştüğünü ifade etmesidir.
Rıfat Yüce’nin Padişah ile görüşüp görüşmediği sorusuna Bediüzzaman’ın ‘Önceden Abdülhamid ile görüşmüştüm. Fakat dün de saraya gittim. Millet arasında fitne fesat ika eden emrin şer’an halli vacip olduğunu söyledim. Bunun üzerine bugün de buraya geldim.”5 ifadesi teyid ve belgeye muhtaçtır. Hele hele 31 Mart hadisesinin çok şiddetli olarak yaşandığı saray ve çevresine yaklaşıp Padişah Abdülhamid ile görüşmek neredeyse mümkün görülmüyor. Zaten Sultan’ın sarayından dışarı çıkıp dolaştığı çok vaki değil. Daha önceki zamanlarda Bediüzzaman görüşmek için Mabeyn’e müracaat ettiği halde görüştürülmediğini kendisi ifade ediyor. Rıfat Yüce ise Bediüzzaman için “Önceden Abdülhamid ile görüşmüştüm. Fakat dün de saraya gittim.” şeklinde ifade etmiş. Bu mümkün gözükmüyor. Böyle bir görüşmeyi bu zamana kadar ne Bediüzzaman, ne de talebeleri aktarmıyor. Belgelerde de böyle bir bilgiye tevafuk edemedik. Bildiğimiz, Bediüzzaman’ın Abdülhamid ile görüşmek için Mabeyn’e kadar gitmesi, dilekçe vermesi ve görüştürülmeyerek geri dönmesi şeklindedir. Bu minvalde Araştırmacı Yazar Müfid Yüksel “Bediüzzaman’ın Sultan II. Abdülhamid ile vaki olan bir görüşmesi yok. Yıldız Saray-ı Hümayunu’nda Mabeyn’e bir layiha arz ediyor. Oradaki Mabeyn görevlileri de onu Tımarhaneye gönderiyor. Asıl problemin kaynağı bu olay.”6 ifadesi ile görüşme olmadığını; ayrıca bir başka araştırmada “Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri Sultan Abdülhamid ile görüşmeye gelmiş, fakat o günün şartları içinde şifahî bir görüşme olmamıştır.”7 ifadelerine yer veriliyor.
Arşiv Belgeleri kaynağında ise İstanbul’a geldiğinde “Padişahla görüşmek istemiş, fakat görüşememesi neticesinde bir dilekçe ile Mâbeyn-i Hümâyun’a müracaat etmek suretiyle teşebbüse geçmiştir.”8 İfadeleri yer almaktadır. Bu konunun takipçisi olacağımızı belirtir, ciddî bir belgeye ulaşırsak meseleyi tavazzuh ettirebiliriz inşâallah.
Dipnotlar:
1- Rıfat Yüce, Kocaeli Tarih ve Rehberi, Eylül 2007, s. 119.
2- Rıfat Yüce, Kocaeli Tarih ve Rehberi, Eylül 2007, s. 236.
3- Nisan 1909 tarihinde Bediüzzaman’ın yaşı belgelere göre 32 değil, 31’dir.
4- Rıfat Yüce, Kocaeli Tarih ve Rehberi, Eylül 2007, s. 237.
5- Rıfat Yüce, Kocaeli Tarih ve Rehberi, Eylül 2007, s. 237.
6- https://twitter.com/mufidyuksel/status/1279573882240995328
7- http://www.ittihad.com.tr/bediuzzaman-hazretlerinden-yedi-devlet-adamina-7-mektup
8- Arşiv Belgeleri Işığında Bediüzzaman Said Nursî’nin İlmî Şahsiyeti, Cilt-I, s. 377.