Kur’ân’da taassub “Cahiliyye taassubu”1 (hamiyyetü’l-câhiliyye) olarak geçer.
Taassub; şiddetli ve aşırı bağlılık göstermek, körü körüne bağlanmak olarak bilinir. Bir şeye delilsiz ve ispatsız, taklîden tabi olmaktır. Ayrıca taassub, bir nevi aşırılıktır, cehâlet ve ihâtasızlıktan çıkar. Taassub, keşf-i hakîkate mâni bir fiildir. Dimâğın iltizâm mertebesinin neticesidir. Ayrıca “Vahşet ve cehâletten de husûmet ve taassub çıkıyor.”2 Taassub, cehilden ve adem-i muhakemeden neş’et eder. Taassub hastalığına tutulan kişi arzusuna fikir sûreti biçer. Yani kendi arzusuna uygun, zayıf bir emâreyi, çok kuvvetli bir delil olarak kabul eder. Hâlbuki taassub yerinde delil ile hak ikâme edilmelidir. İnsan, her konuda delile, hakka, ispata ve istişâreye dayalı hareket etmelidir. Yoksa taassubtan kurtulamaz.
Taassub sahiplerine muta’assıb denir. Muta’assıb ise, bir düşünceye, bir i-nanca aşırı derecede bağlı olmaktır. Yani bir fikre ya da ideolojiye körü körüne bağlanan, hiçbir yeniliği kabul etmeyen kimse anlamına gelir. Muta’- assıb olanlar vahşî ve âdetlerine bağnazca düşkün olan insanlardır. Bediüzzaman Münâzarât’ta sadece ulûm-u diniye ile hareket edenlerde taassubun vukû bulacağını ifâde eder. Taassub, hile ve şüpheden âzâde olmak ve hakîkate ulaşmak için Bediüzzaman’ın gelen sözlerine kulak verilmelidir: “Vicdânın ziyâ’sı, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünûn-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakîkat tecellî eder. O iki cenâh ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder.”3
Pekâlâ, Müslümanlar niçin taassub gösteriyor? Çünkü “Seviye-i irfân bir olmadığından, fırkalarda husûmet, taassub ve taraftarlık intaç eder.”4 Beşe- riyete ızdırap veren tek Keremkâr Allah’a îmân değil çeşitli ve mütezâd (birbirine zıt) itikâdlar arasındaki ihtilâf ve müsâmahasızlıkdır ki buna taassub da denir. İşte bu taassub ki âlem-i İslâmı geri bırakmış, iftirâkları körüklemiştir. “Bir tarafa körü körüne, fanatik bir şekilde, taassub ile taraftar olan bir adam; başka kaynaklara, başka feyizlere, başka fazîletli kâşiflere kendini kapamış demektir. Böyle bağnaz insanlar hakîkatlere ulaşmada zorluk çekerler, hayata tek bir yönden bakarlar. Taassub ve bağnazlık âdeta kişinin boynuna geçmiş bir boyunduruk gibidir, kafasını sağa sola çeviremez, sadece bir noktaya bakar.”5
Bediüzzaman bizdeki taassubtan muzdariptir. “Avrupa bizdeki cehâlet ve taassub müsaadesiyle şerîatı-hâşâ ve kellâ-müsaid-i istibdâd zannettiklerinden nihayet derecede kalben dağdâr idim. Onların zannını tekzîb etmek için meşrûtiyeti herkesten ziyâde şeriat nâmına alkışladım.”6 Hâlbuki İslâmiyet, akıl ve hikmet ve ilim üzerine müessestir. Sair dinler taklîd ve taassub üstüne kurulmuştur. “İslâmiyeti Hıristiyan dinine kıyas etmek, kıyas-ı maalfârıktır; o kıyas yanlıştır. Çünkü Avrupa dinine mutaassıp olduğu zaman medenî değildi; taassubu terk etti, medenîleşti.”7 O hâlde, her akl-ı selim sahibinin İslâmiyeti kabul etmesi gerektir ve öylesi selim bir aklın şanı ve kârı da budur. Bununla berâber “dindeki salâbet ise; takva, hakta sebat etme ve ahlâkta metânet göstermektir. Dinindeki taassuba hücum etmek isteyen kimse, önce salâbet-i diniyeye saygı gösterip onu muhafazaya çalışmalıdır. Aksi hâlde farkında olmadan başkasını doğru yoldan saptırmış olacaktır.”8
Dipnotlar:
1- Fetih Suresi: 26.
2- ESDE, Makalat, s. 86.
3- ESDE, Münazarat, s. 291.
4- ESDE, Makalat, s. 104.
5- https://sorularlarisale.com
6- ESDE, Divan-ı Harb-i Örfî, s. 123.
7- Mektubat, s. 545.
8- İçtimaî Dersler, Bu parça, Arapça Hutbe-i Şamiye Zeylinin tercüme edilmeyen kısmından alınmıştır. (https://zehra.com.tr/kitapoku. php?id=2&sayfa=75)