Temellük; sahiplenme, mülk edinme, bir şeyi kendine mal etmedir. Haddini aşarak, kendine ait olmayan şeyleri kendine mal eden kişi temellük etmiş olur. Temellük, hakkı olmayan bir şeyi kendi nefsine isnad eder. Hâlbuki bir kimse bir başkasının ilmini ve keşfiyatını temellük edemez. Eğer etse, onun aleyhine ikame-i dava etmek, bütün memleketlerde cari olan bir kanundur. İnsan, meziyet ve kemâlâtlarını ikrâr edip, fakat temellük etmeyerek, Mün’im-i Hakikînin eser-i in’amı olarak göstermelidir. Doğrusu da budur. Çünkü “Bir fikre göre lamba nuru güneşten almış fakat temellük etmiş.”1 Ay nurunu güneşten alır, ancak ben de güneş gibi ışık veriyorum ve menbayım deyip onu temellük edemez. Enaniyetin vücûdu ise, hak- sız temellüktür. Öyle ise ey nefis! Bu bâtıl temellük davasından vazgeç. “Çünkü o temellük davası, insanı pek elîm elemlere maruz bırakır.”2
“Eğer birşeye temellük etmeye niyetin varsa, meydana çık, kendini tecrübe et, bak ne söylüyorlar.”3 “Binaenaleyh, ey bu küçük hüceyrelerden mürekkep ve ene ile tabir edilen hüceyre-i kübrâ! O kulübeciğin küçüklüğüyle beraber, dolu olduğu harika icadlarını gör, imana gel! Ve “Ya İlâhî! Yâ Rabbî! Yâ Hâlıkî! Yâ Musavvirî! Yâ Mâlikî ve yâ Men Lehü’l-Mülkü ve’l-Hamd! Senin mülkün ve emanetin ve vedian olan şu kulübecikte misafirim, malik değilim” de; o bâtıl temellük davasından vazgeç. Çünkü o temellük davası, insanı pek elîm elemlere maruz bırakır.”4 Hem insanın vücudu ve cesedi bile onun değildir. Çünkü kendisinin eser-i san’atı değildir. “O vücudu yolda bulmuş, lakîta olarak temellük de etmiş değildir. Kıymeti olmayan şeylerden olduğu için, yere atılmış da insan almış değildir. Ancak, o vücad, hâvî olduğu garip san’at, acib nakışların şehadetiyle, bir Sâni-i Hakîm’in dest-i kudretinden çıkmış kıymettar bir hane olup, insan o hanede emaneten oturur. O vücutta yapılan binlerce tasarrufattan, ancak bir tane insana aittir.”5 “Demek kendime malikim diye zu’m eden kimse, helâk olmuş ve temellük davasına saplanan da hetk ve rezil olmuştur.”6 “İşte madem öyledir, sakın dava-yı temellük ile vücuduna zulmetme. Hem onu haktan ve hak sahibi olan Cenab-ı Hakk’tan kat’edip de, bütün bütün kıymetten düşürerek hakkını nakzetme.”7 Evet ey ene! Senin mülkün olmayan ve olmayacak olan bir şeye niçin temellük dava edersin? Bu bâtıl davadan vazgeç. Çünkü temellük tevehhümü seni pek elîm elemlere yuvarlandırır.”8
Risale-i Nur’un her cümlesinde bir sikke, bir mühür var; onu taklit ile temellük etmek yani onu kendi fikri gibi sahiplenmek mümkün değildir. “Elbette kanaati- niz gelmiş ki, bu fakir kardeşiniz ene ile meydana çıkmamış. Sizi enesine hâdim yapmıyor. Belki enesiz bir hâdim-i Kur’ânî olarak kendini size göstermiş. Ve kendini beğenmemeyi ve enesine taraftar olmamayı meslek ittihaz etmiş. Bununla beraber, kat’î delillerle size ispat etmiştir ki, meydan-ı istifadeye vaz’ edilen eserler mîrî malıdır, yani Kur’ân-ı Hakîm’in tereşşuhatıdır. Hiç kimse enesiyle onlara temellük edemez.”9 Bediüzzaman “Ben, benlik ve enaniyet namına Risale-i Nurlar’ı temellük edemem” diyorsa onu kimse tekeline alamaz. Çünkü onlar mîrî malıdır, Kur’ân-ı Hakîm’in tereşşuhatıdır.
Dipnotlar:
1-ESDE, Lemeat, s. 757.
2-Mesnevî-i Nuriye, s. 110.
3-Age, s. 31.
4-Age, s. 110.
5-Age, s. 105.
6-Mesnevî-i Nuriye Tercümesi, A. Badıllı, 2022 Basım, s. 357.
7-Age., s. 558.
8-Age., s. 125.
9-Mektubat, s. 772