Dünyevîleşme, önce meşrûlaştırma ile başlayan bir süreçtir.
Kişinin temel dinamikleri, vicdanı insanı tutarken zamanla heva ve arzulara giydirilen kılıflar, meşrûlaştırma operasyonları yavaş yavaş vicdanları rahatlatmakta medenileşen (!) ve güya çağdaşlaşan dünyada normalleşmeler başlamakta ve dindar kesim de, bu sürece hemence ayak uydurmaktadır. Tahrip kolay olduğundan, nefis ve haz eksenli hayatlara insan kolayca uyum sağlamakta ve ehl-i dünya ile pek derin bir mesafe olan aralık kolayca kapanıvermektedir. Zira zındıkların bütün mesaisi bunun üzerinedir.
İşte bu önemli tahribatın bir nev’îde dindar gençler arasındaki flört meselesidir. Geçenlerde üniversitenin bahçesinde yürürken kendi aralarında konuşan genç kızların konuşmalarına kulak kabarttım. Aralarında geçen konuşmalardan birisi çok dikkatimi çekti. Genç kız diğer arkadaşına şunu söylüyordu. “ …….falan kişi bana, ‘evlenme teklifimi kabul etmeyecektin de o halde kelâm notlarını bana neden verdin’ dedi”. Güler misin, ağlar mısın? (!)
İşte o zaman dindar gençlerin arasındaki bu flört meselelerini kaleme almak gerektiğini düşündüm.
Kavram olarak dindarlığın bizatihi kendisi meşrûlaştırmada kullanılmakta ve şeytan tarafından bu kavramların içerisinde haramlar yaşatılmak suretiyle, algılarda oynamalar ve tahribatlar gerçekleştirilmektedir. Bu da vizyon açısından çok tehlikeli ve kirletici durumlara sebep olmaktadır.
Flört meselesi genelde dindar olan gençler tarafından evlilik öncesi tanımaya dönük ara dönem olarak algılanırken, ehl-i dünya gençler açısından ise gönül eğlendirmek, vakit geçirmek olarak algılamaktadır.
Flört eden dindar kız ve erkekler genelde işlemekte oldukları haram olan bu beraberlikleri güya ilerideki yapacakları evliliğin ilk adımı olarak değerlendirmektedir. Birbirlerini tanıyarak uyumlu olup olmayacaklarını tesbit ederek yol yakınken dönmek gibi bir düşünce ile hareket etmektedirler. Lâkin harama atılan küçücük bir adım zaten yolun çok ilerlemesi anlamına geliyor, fakat farkında olamamaktadırlar.
Evet, şeytan insanları harama sevk ederken dindar olanlara yaklaşım biçimi sağdan olup fısıltı şeklinde vicdan seslerini bastırarak, iç frenlerini yıkmak suretiyle olmaktadır. Neticede çok iyi niyetle (!) başlayan bu beraberlikler maalesef hayalleri süsleyen evlilik gibi bir neticeyle de sonlanmıyor. Çünkü, flört aşaması zaten birbirlerini tanımak kılıfına gizlenmiş kusurları saklamak ve sun’î maskelerle dolaşmak anlamına geliyor. Birbirlerine kendilerini sevdirmek ve beğendirmek duygusunun tavan yaptığı bu dönemde bütün bütün kişiliğin kusurları gizlenir ve herkes iyi taraflarını ortaya çıkararak kendini karşısındakine beğendirmeye çalışır. İşte ta baştan yalanla ve kamuflajla başlayan bu süreç daha evlilik gerçekleşmeden veya gerçekleşse bile ilerleyen süreçte patlak verecektir.
Gençler olması gerekenle, olan arasındaki farkı ayırt edemediklerinden veya vicdanlarını nefislerin hevasıyla bastırmalarının kolay yolu bu şekilde inanmak olduğundan, dindarlık kavramına olan güvenleri ile pek çok yanlışa girebilmektedirler.
Kendilerini kandırdıkları en önemli nokta, belki de yanlışa açılan kapı işte bu şeytanî noktadır. Çok dindar dürüst ve güvenilir bir kişi diyerek “dindarlık” profilinde olması gerekenle, olanı, iltibas edip nefsin ve şeytanın kandırmasıyla karşısındakine hemen güvenivermektedirler. Özellikle de dindar kızlar bu konuda yanlışa adım atmakta daha müsaittirler.
Evet bir kişinin temiz, dürüst, dindar olması, dinin emir ve yasaklarının muhatabı olmaktan onu çıkarmıyor. Ya da şöyle düşünelim Allah’ın haram kıldığını işleyen, hatta bunu mubah gören kişi ne kadar dindardır. Bu nokta, üzerinde düşünülmesi ve bir mihenk olması gereken bir noktadır.
İşte bütün bunların neticesinde şöyle bir sonuca ulaşmak mümkündür. Dindar olsun olmasın pek çok genç kız ve erkeklerin birinci gündemi karşı cinsle olan münasebettir. Bu bir gerçektir. Bu yüzden bu dönem için “delikanlılık”, “ delilikten bir şube” his ve heveslerin galeyanda olduğu dönem” denir. İşte ebeveynler bu gerçeği gözden kaçırmadan onlarla muhatap olmaları gerekir. Aslında daha küçük yaştan itibaren onlara öğretilmesi gereken en önemli eğitim “özdenetim” adı altında hazlarını ötelemeyi bilmeyi öğretmektir.
Risale-i Nur’da, “akibeti görmeyen kör hissiyat” diye teşhis edilen bu hissi mağlûp edecek eğitimler vermek, gençlik dönemindeki bu tür haramlara girme noktasında en önemli fren görevi görecektir. Yoksa bu hisleri yok sayarak, görmemezlikten gelerek gençlerle muhatap olmak bütün yanlışı onlara yüklemek kolaycılık olacaktır.
Bu dönemdeki bir gencin en önemli freni, vicdanla beraber aklı takviye yani ilimle meşguliyet, kalbi tasfiye yani ibadetle meşguliyet ve ulvî gayelerle ve hedeflerle meşgul etmek, meşgul olmak suretiyle, hazlarını ertelemeyi, mağlûp etmeyi öğretecek bir disiplindir.
Bunun temeli de hiç şüphesiz daha çocukluk yıllarında atılacaktır. Zaten çocuk eğitimi denen şey çocuğa davranış öğretmekten ziyade duyarlılık ve irade kazandırmaktır. Birçok ebeveyn güya çocuklarını gözü dışarıda kalmasın diye onun bütün isteklerini yerine getirmenin doğru olacağını düşünürler. Oysa çocuk her istediğine hemen ulaşmaya alışırsa haz ötelemeyi beceremez. Hazza teslim olmak ise iradeyi zayıflaştırır. Her istediğine hemen ulaşan, bir bedel ödemeden kavuşan, beklemeyi, sabrı ve istemeyi bilmeden isteklerine ulaşan çocuklar yavaş yavaş bencilleşmeye sonra narsistleşmeye sonra da ahlâkî erdemlerini yitirmeye başlayacaktır.
Hasılı; bu tür çok güçlü olan hisler elbette yok sayılarak yok olmayacaktır. Risale-i Nur’un öğrettiği bir metot olan haramların ve günahların içindeki acil elemi ve iman ve güzel işlerin içindeki acil lezzeti ispat etmek suretiyle bu beşinci hisler inşallah mağlûp edilebilecektir.
Konuya inşallah haftaya devam edeceğiz.