Okuyucularımızın bildikleri bazı hususları, tekrarlamamız gerekiyor. Hem, tekrar güzeldir.
Türkiye demokrasisinin 12 Eylül 1980’de, global ihtilâlcilerce münafıkane bir usulle idam edildiğini hatırlıyorsunuz. BTP (Böyyük Türkiye Partisi) hareketi ilki olmak üzere, demokrasiyi tedai eden veya ona götüren her hareket yerinde söndürüldü. 12 Eylül öncesinin demokrasisinin reflekslerinin ölmesi için, siyasetçilerine onar sene siyasi yasak getirildi. Daha sonra tarikatçı/siyasal İslâmcı olarak lanse edilen eski Dünya Bankası çalışanı (Kemal Derviş’in arkadaşı) Turgut Özal, Türk-İslâm sentezcileri eşliğinde sahneye çıkarıldı. Ve mukaddesatçı cemaatler, cemiyetler ve muhafazakârlar, zamanın neoliberallerince toptan iğfal edildiler. Demokratik reflekslerimiz;, ekonomi ile yatıp kalkan halkın nazarında arka plana kayarken, menfaatler öne çıkarıldı. Zamanla dinî hassasiyetler de uyuşarak; ekonomi, siyaset, tarafgirlikler, münakaşalar ve hak karşısındaki duyarsızlıklar devreye girmeye başladılar... Bütün bunlar, ANAP’ın enflasyonu yüzde yüz yirmide götürdüğü, bir gecede bankaların boşaltıldığı ve sokakta, köfte/döner ekmek karşılığında muhafazakârların reylerinin satışa sunulduğu çirkin zamanlarda oluyordu…
Sonra… 12 Eylül’cülerin Sincan’da, Gölcük’te ve Selimiye’de iradeye balans ayarından sonra, Neoliberaller yeni kadrolarıyla sahneye çıktılar. Bu defa bizimkilerini Atlantik ötesine götürmediler. Taslarını, bohçalarını, reklam şirketlerini, bankalarını ve taraklarını toplayarak onlar Anadolu’ya geldiler. Onar, belki de yirmişer defa Erbakan’ın gençleriyle görüştüler. İstanbul’da iz bırakmadık köşe bucak bırakmadılar. Ve sonra AKP ile yeni bir başlangıç yaptılar. Davos, Cüneyt Zapsu’yu dinledi. AKP’nin üst kadroları, küreselcilerce tahtaların deliklerinden aşağıya süpürülmediler… Bu dönemdeki tiyatroları biliyorsunuz. Amerika’da verilen büyük nişandan, BOP eş başkanlığına… One Minute’ten çok önceden hazırlanmış posterlerin Gazze sokaklarında çocuklarca taşınmasına… Erbil devletinin hükümetimizce tanınmasından Diyarbakır’da Şivan Perver ile halay çekilmesine… Bu tiyatrolardan yalnızca AKP’yi sorumlu tutanlar ve 12 Eylül projesini bir bütün olarak değerlendirmeyenlerin demokrasi imtihanını kaybettiklerini söylemek zorundayız…
Yukarıdaki iki kısacık paragraftan anlıyoruz ki; birileri milletimize demokrasiyi tam kırk dört senedir gizlice yasaklamış. Hatta, Türk milletinin karakteriyle ve ahlâkıyla tamamen ters olan sefahati, sodomiliği, rezilliği ve hürmetsizliği de medya/eğitim kanalıyla çocuklarımıza demokrasi olarak ders vermişler. Gençlerimiz demokrasi denildiğinde hayvani hürriyetleri, yaşlılarımız da sapıklığı ve ahlâksızlığı anlayınca, siyasetimiz kaosa dönüşmüş. Kırk yaş üzerindekilerin karşı çıktıkları anlayışa ve hayat tarzına gençlerimiz bütün kuvvetleriyle “Hürriyet! Hürriyet!” diye sarılınca, olanlar olmuş. Bütün ayarları, ölçüleri ve hatta renkleri bozulmuş bir demokrasi anlayışıyla muhalefetimiz sokağa çıkınca da, Neoliberallerin desteklediği AKP iktidarı sevincinden zil takıp oynuyor, gördüğünüz üzere… Kırk dört yıldan sonra demokrasiyi doğru tanımlarıyla ve kurallarıyla yeniden oturup konuşmayan bir muhalefet, mevcut iktidara maskara olmaktan öteye gidemez.
İktidarın karşısına çıkıp milletin hürriyetlerini, hukukunu, milli değerlerini, geleceği olan ailesini, milli birlik/beraberliğini konuşacak partilerin, hiç olmazsa önceki iktidarların pisliklerinden arınmış olmaları gerekmez mi?
Elbette muhalefet olmak iktidar olmaktan daha kolaydır. İktidarın; tiryaki olmuş hırsızlarını, milletin malını çarçur eden müsriflerini, adi menfaatleri için milli menfaatleri dış sermayeye peşkeş çeken hainlerini demokratik zeminlerde halka duyurmak çok mu zor? Muhalefetimizin sıkıntısı, 12 Eylül sürecinde ülkedeki neoliberallerin kirli siyasetlerini demokrasi ile karıştırmasıdır. Yani, siyaseti geçim kapısı olarak ders almış politikacıların gölgelerinden kurtulamayışlarıdır. Muhtarlıktan meclis üyeliğine, vekilliğe ve komisyon başkanlıklarına hasbelkader seçilmiş muhalefet kökenli siyasetçilerin politika ahlâklarına üstünkörü baktığınızda, hastalığı teşhis edebiliyorsunuz. Neoliberallerin, siyaseti ve idareciyi itibarsızlaştırma dersleriyle yetişmiş bazı yeni politikacılardan demokrat siyasetçi asla çıkamaz.
Yiğit düştüğü yerden kalkar. 12 Eylül öncesine geçemeyen Türkiye siyasetçisi, ölü doğmuştur. Hiçbir şey bilmiyordur. Demokrasi, hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, milletin ancak demokrasi ile bağımsız olacağı hakikati, kapitalin ve teknolojilerin milli demokrasilerce murakabesi, dinin ve ahlâkın olmadığı yerde demokrasinin asla olamayacağı gerçeği, millete hizmet etmek isteyenlerin menfaatlerini unutmaları gerektiği ve hakiki idareciliğin halka hizmetkârlıktan geçtiğini öğrenemeyenler demokrat olamazlar. Ancak kendilerinden önceki ANAP’lıları ve AKP’lileri taklit ederek siyaseti bir geçim kapısı olarak bilirler. Ve bu geçimlerini temin edebilmek için de birçok suistimale, ihanete ve hatta büyük günaha kendilerini mecbur zannederler…
Bu konuya devam edeceğiz, inşaallah…