Bediüzzaman Hz.leri Sünûhat isimli eserinde, Avrupa üflüyor, biz (Asya) oynuyoruz, diyorlar. Yani gelişen hadiselerde inisiyatifin bizde olmadıklarını beyan ediyorlar.
Yine Rüyada Hitabe isimli eserinde ise, devletler ve milletler savaşının bittiğinden bahsediyor. Geçmişteki savaşların yerini “sınıflar ve zümreler arası savaşın” aldığını ifade ediyorlar.
Mektubat isimli, eserinin on beşinci mektubunda, mahiyetleri itibariyle günümüzün iki büyük dinsizlik cereyanlarını, özetle izah ediyor Bediüzzaman Said Nursî.
Bütün bu izahlara ilâveten “Hz. Mesih’in bu zamanda geleceği ve global dinsizlik cereyanını öldüreceği” Hadis-i Şerifinin aktüel yorumunu da, eserlerinin bir çok yerinde farklı tarzlarda haber veriyor, Bediüzzaman Hz.leri. Dünya hadiselerini tahlil ederken, Kur’ân ve sünnete dayanarak zamanın yorumunu yapan Said Nursî’nin Risale-i Nur’da ortaya koyduğu paradigmaları esas aldığımızda, ekseriyetle doğru sonuçlara ulaştığımızı, bilhassa uygulayan okuyucularımız şahit olagelmişlerdir.
Taliban’ın, Amerikan ve İngiliz Ordularına hükmeden “neoconların” 11 Eylül ihtilâliyle işgal ettiği Afganistan’ı (kendi vatanları) 15 Ağustos’ta tamamen el geçirmeleri üzerine, hâkim medyanın teşvişiyle kafaların iyice karıştığını gördük. Bir kısım sağcı yazarlarımız, bi-zim neoconcularımızın (ulusal sol) üslûbuyla Amerikan’ın Taliban karşısındaki yenilgisinden bahsettiler. Hatta bir kısmı, Sovyetlere karşı Afganistan’a destek veren önceki savaş ile Komünistlerin yıkıldığını ve şimdi de Amerika ile birlikte kapitalizmin yıkıldığını/yıkılacağını iddia ettiler. Burada kalmayıp, Amerika’nın karşısına Çin ile Rusya’yı yerleştirdiler. Yani Komünist Çin’i kapitalist Amerika ve Avrupa’ya (bunların çoğu semavî dinlere mensup, yani ehl-i kitap) tercih ettiler, kendilerince. Bütün bu telâkkilerin sebebi, kişilerin arzularını reel doğruların yerlerine koymasından mı ileri geliyordu, yoksa sermayeye dayanan ve sivil Marksizm ile yürüyen belli bir medyanın iğfali miydi veya siyasal İslâm’ın daima önünde engel gördüğü demokrasiye dolaylı hücumu muydu; bütün bunları önümüzdeki zamanlar inşaallah gösterecektir.
Fakat bir noktayı tartışmaksızın kabul etmek durumundayız: Tembelliğimizden kaynaklanan cehaletimize artık özür aramamalıyız.
Efendim ben ne Neocon’u, ne neoliberali, ne AB’nin aktüel durumunu, ne neoliberallerin emrindeki Çin ile yapılan projeleri, ne inkâr-ı ulûhiyetçilerle ehl-i kitabı ve ne de BOP hikâyelerini duymak istemiyorum, diyorsanız buyurunuz. Bize yalnızca geçmiş olsun, demek düşüyor.
Burada, hadiseyi doğru anlamamızı zorlaştıran bir hususun üzerinde durmamız gerekiyor. Meydana gelen olayları, köklerinden koparmadan ve geçmişin şartlarını da nazara alarak tahlil etmemiz lâzım. Sovyetler ile Amerika’yı aynı gören bir ruh halini hiç kimse sağlıklı bulamaz. Georg W. Bush’u da devre dışı bırakarak 11 Eylül global ihtilâlini gerçekleştiren semavî din karşıtı neocon ekibi tanımadan Afganistan işgalini nasıl değerlendireceksiniz ki… Bu topraklardaki kırk küsur senelik kaosu doğru bilgiler ışığında tahlil etmediğimizde elbette TALİBAN’ın bir netice olduğunu anlayamayız.
AB ülkelerinin Amerikan / İngiliz Neocon’larının NATO’yu işgallerinde kullanmalarındaki rahatsızlıklarını arşivlerde okuyamadığımız takdirde de hadise anlaşılmaz. Afganistan’da mağlup olan bir devlet değildir, bir millet değildir. Yalnızca Marksizm’den doğan ihtilâlci Enternasyonal sosyalistlerin bir kolu olan “Yeni Muhafazakârlardır”.
Yeni Muhafazakârları ve Yeni Liberalleri Amerika ve Avrupa’da kimlerin temsil ettiklerini araştırabiliriz. Taliban’ın Kabil’e girişine en çok üzülenlere dikkat edelim. Bunama yaşında başkanlık koltuğuna oturtulan Jeo Biden’in bütün sorumlulukları ve günahları üstlenmesi de mi dikkatimizi çekmiyor. Arkadaki Kamala Haris ve ekibi olan “Neocon-Neoliberal ittifakının” siyasî militanlarını aklınca kurtardığını ve onları gelecek seçime hazırladığını da anlamıyorsak, hakikaten olaylara epeyce uzağız demektir. Elbette hadiseye farklı adeselerden bakacağız. Doğru ve tutarlı başka açılardan da değerlendirmeler gelecektir. Fakat nazarınıza arz ettiğimiz şu telakkilerin yanlış olduğunu da kimse iddia etmiyor.
Tekrar güzeldir, zira ne yerimiz ve ne de zamanımız var. BOP projesiyle alâkalı Yeni Asya’nın neşrettiği kitapçık çok önemliydi. G. W. Bush’un kadın dış işleri bakanı, BOP’un neocon’lara yakın sosyal enstitülerindeki hazırlık safahatını, Obama döneminde detaylıca anlatmıştı. Yeni Dünya Düzenini kurmak isteyen Henry Kissinger’ın militan şakirtlerinin Afganistan macerasını, sonradan devreye soktukları Arap Baharı ile birlikte değerlendirmek de gerekiyor.
Taliban’a gelince… Önce yerli ve millî bir harekettir. Tıpkı Arabistan’a büyük zararlar verdikleri halde İngiliz emellerine tam manasıyla alet olmayan Vehhabiler gibi. Cenab-ı Hak, sathî ve taklidî de olsa, kendi isminin içinde çok geçtiği ve peygamberinin kısmen dikkate alındığı “menfi hadiseleri” de düşmana alet ettirmiyor. Burada, Bediüzzaman’ın 31 Mart hadisesini çıkaranların hedeflerine “Şeriat isteriz!” sloganın gölgesinde ulaşamadıklarını, müdafaasında belirttikleri hususla karşılaştırabiliriz, değil mi? Taliban’a “terörist” nitelemesinde bulunmaya devam ettiğimizde kendimizi; Hamas’ı, İhvan’ı ve Cemaat-ı İslâmiyi de “terörist” ilân eden neocon-neoliberal ittifakının labirentinde buluruz.
Söz konusu gurupların yanlışlarından ve çoğu kez dinsiz düşmana alet olmalarından bahsedebilirsiniz, zira onları Marksist PKK ile mukayese edemezsiniz.
Mevzu ile ilgili değinmemiz gereken önemli bir diğer nokta ise mülteci meselesidir. Neoconların vatanlarını ateşe verdikleri mağdur ve musîbetzede Müslümanların, neoliberallerce Avrupa’ya taşınmasının altındaki gerçeği, daha önce anlatmıştık. Merkel- Soros işbirliği… Veya Ursula von der Leyen MCKensey ile ittifakları… Mültecilerin organizeleri ve teknik alt yapısı ile ilgili enstitüler ve çalışmalar…
Bu meselede Türkiye hükümetinin şuurlu bir şekilde kullanıldığını hiç kimse inkâr edemez. Suriye ile masaya oturup Şam konferansını her an toplama gücüne sahip AKP hükümetinin milletinden ziyade, bahsettiğimiz cereyanları dinlediğini iddia edenler ne kadar haksız olabilirler ki… Şimdi de Afganistan göçü devreye sokuluyor. Zaten Türkiye’de, Avrupa’ya geçmek ümidiyle köle gibi çalışmayı içine sindirmiş milyonları aşan Afganlı yok mu?
Hâsılı Kelâm: Taliban meselesi, yarım asra yakındır düşman işgalleri, iç ihtilaflar ve nihayet dış müdahalelerin Afgan milletini sürüklediği bir neticedir. Tıpkı Amerika’yı rehin alan Neocon’lara Amerikan halkının Trump ile cevap vermesi gibi.
Trump bir tepki veya bir netice idi. Bu iki hadiseyi, Almanya topraklarında, Prusya krallığından sonraki “demokratik süreci istismar eden enternasyonal sosyalistlerin” sebep oldukları Adolf Hitler dönemiyle de karşılaştırabiliriz. Milletlerin ve halkların sıkıştırılmalarıyla ulaşılan beklenmedik neticeler…
Taliban, Trump ve Nasyonal Sosyalistler…