Özellikle iman, Kur’ân hizmeti yaptığını iddia edenlerin zulme seyirci kalmaları anlaşılır gibi değil! Halbuki, bilirler ki, “Zulme rıza zulümdür; taraftar olsa, zalim olur, meyletse, ‘Zulmedenlere en küçük bir meyil göstermeyin; yoksa Cehennem ateşi size de dokunur.’1 ayetine mazhar olur.”2
Adaletin dinliye, dinsize, müşrike, Müslime, gayr-i müslim ve günahkâra diye bir şart yoktur! Bir insan, ne kadar büyük suç ve günah işlerse işlesin, masum olduğu bir meselede suçlanırsa her Müslüman hakkını aramakla mükelleftir. Ve herkese eşit davranmak zorundadır: “Müsavat ise, fazilet ve şerefte değildir, hukuktadır. Hukukta ise, şah ve geda birdir. Acaba bir Şeriat, ‘Karıncaya bilerek ayak basmayınız’ dese, tazibinden menetse, nasıl benî Âdem’in hukukunu ihmal eder? Kellâ!”3
Adaletin genel anlamı, “haklıya hakkını, haksıza cezasını vermektir.” Adalet yalnızca mahkemelerde değil, her sahada geçerli bir İslâm kanunudur. İnsanlar arasında hiçbir ayırım yapmaksızın adalet etmek, “Ey iman edenler! Allah, insanlar arasında adâletle hükmetmenizi emreder”4 mealindeki ayete göre bir emir ve farz bir ibadettir. İnsan ateist, dinsiz, ehl-i kitap, Budist, Müslüman olsa, hangi kökenden gelirse gelsin suçlandığı hususta masum ise hakkı aranmalıdır.
Asr-ı Saadet dahil, İslâm tarihi binler, şâheser örneklerle doludur. Hz. Ömer’in (ra) bir Hıristiyanla, Hz. Ali’nin (ra) bir Yahudî ile, Selahaddin Eyyübî’nin bir Ermeni ile, Fatih Sultan Mehmed’in bir Rum ile mahkemeye çıkmaları tam adaletin tecellisi ve zirve örnekleridir.
Bediüzzaman, “[İnsan,] medenî-i bittab olduğundan, ebna-i cinsinin hukukunu muhafazaya ve hakkını onlar içinde aramaya mükellef[...]”5 olduğunu ifade eder.
Ve şu ölçüyü verir: Bir gemi veya bir evde dokuz masum ile bir câni olsa o gemi batırılmaz. Masum güzel, ulvî sıfatlardır. Böyle yapmaya çalışanın, “Hatta bir tek masum, dokuz cani olsa, yine o gemi hiçbir kanun-u adaletle batırılmaz.”6
Dipnotlar:
1-Hud Suresi: 113.; 2-Kastamonu Lâhikası, s. 215.; 3-Münazarat, s. 182.; 4-Nisa Suresi: 58.; 5-Münazarat, s. 218.; 6-Mektubat, s. 309.