Dünya bu denli küçülmeseydi, haklı olacaklardı. Ahirzaman’ın global dinsizlik cereyanı, bu oyunlarının açılışında tahripkâr dinsizliğini bu denli teşhir etmeseydi, belki. Avrupa Kiliseleri ve bir kısım AB liderleri bu çirkin imansızlık şovuna ses çıkarmasalardı, yazmamız ses getirmeyebilirdi. Veya global dinsizlik cereyanının organizesiyle Gazze’de kırk bin masum katledilirken Türkiye’miz tepki olarak bu oyunlardan çekildiğini dünyaya ilan etseydi, belki de, maksat hasıl oldu, deyip rahatlayacaktık. Fakat nerede… Dünya kamuoyunun ortadan ikiye bölündüğü Paris olimpiyatlarında, semavî dinlerin tarafında olduğumuzu bir şekilde bildirmemiz gerekiyordu.
Birileri Fransızları veya Paris’i suçlayacaklardır, açılıştaki Sodomî hokkabazlığı için… Dünya efkâr-ı ammesinin, bileşik su kapları kaidesiyle birbirini tetiklediği şu zamanda; dünyayı, demokrasiyi, insanlığı, inançları, çevreyi ve temel ahlâkı tahrip eden düşman tarafını belirtmeden konuşmanın da yazmanın da faydasızlığını artık bilmemiz gerekiyor. Kırk beş seneye yakındır dünya kamuoyunda, kişilerin geçici menfaatleri uğruna insaniyet düşmanlarını tanımlamaktan kaçındıklarının resimleriyle meşgulüz. Fakat nereye kadar… Kötüyü tanımlamadan, şerrin şer olduğunu göstermeden, güzele musallat çirkini ayırt etmeden nereye kadar… İşte bunun için Paris Olimpiyatları bir ölçü olmuştur. ABD’yi ve AB’yi emirleri altına aldıklarını zanneden küresel sosyal Marksistlere; kapitale ve yalana dayalı bu üstünlüğün çok geçici olduğunu ihsas etmek için bu yazı önemliydi.
Macron’un hikâyesini, Yeni Asya’yı takip edenler bilir. Tahribatçı dinsizlik/ahlâksızlık da bir ümmettir. Tıpkı Sarkozy ile başlayan Paris macerası gibi… Ve sonra IMF başındaki, Sarkozy’nin yakını Christine Lagarde… Arkasında Fransız Hristiyanlarının adayı Fillon’a yapılan hukuk darbesi… Hemen arkasından yine Sarkozy’nin desteğiyle Rotschild çalışanı Emmanuel Macron’un paraşütle Elysees’e indirilişi. Küfrün ve tahribatın ne denli cemaatleştiğini takip edemeyenler, anlayamadıkları yazarları komplo teoriciliğiyle suçlamaya devam edecekler. İmtihan dünyasında, herkes hürriyetini kullanacaktır. Bekleyelim, görelim.
Macron’u sivil darbe ile Paris’e taşıyan iradenin hizmetkârı Angela Merkel de, Almanya’nın geleneksel partilerini Yeşiller’e ve AfD’ye peşkeş çekecekti. Dehşetli bir demokrasi, AB ve Almanya düşmanı olarak tarihteki yerini alacaktı, böylece… En son ve en önemli başarısı ise, McKinsey çalışanı Ursula von der Leyen’i Macron ile işbirliği yaparak Brüksel’e tayin edebilmesiydi. Böylece, dünyanın demokrasi ve barış işbirliği olan AB, ömrünün en utançlı ve karanlık dönemine mahkum edilecekti…. Macron’un dehası, bilgisi, tahrip gücü, ahlâksızlığı ve barış karşıtlığı değildi burada öne çıkan… Yalnızca cemaatleşmiş küresel fitne içindeki rolünü sessizce ifasından ibaretti, bütün başarısı… Bir bunak ve bir de neocon kadın ile Washington’u işgal eden küreselcilerin Ukrayna, Filistin ve diğer Ortadoğu fitnelerine, barışın ve demokrasinin temsilcisi AB, ancak bakınmakla yetindi…
Paris Olimpiyatları’nda, küreselci tahripkâr dinsizler kimliklerini bir defa daha aşikâr ettiler. Spor istemediklerini, nizam istemediklerini, kaide istemediklerini, ahlâk istemediklerini ve daha doğrusu insanı istemediklerini ilk açılışında ilân ettiler. Ve daha doğrusu Allah’ın varlığını fıtrat ile birlikte insanlara anlatmaya gayret eden tüm semavî dinlere savaşlarını ilân ettiler, küresel sosyal Marksistler… Bu süreci Türkiye hükümeti aylar önce biliyordu. Hükümetimiz, Türk milletinin bu ahlâksızlığa/kepazeliğe tepkisini koyarak kafilemizi geri çekseydi, tarihe şerefle geçerlerdi. Allah basiretlerini kör etti ve davet edilmediği bu rezalet tablosunu uzaktan tenkit ile geçiştirdi, yetkililer. Hükümet makamının icra makamı olduğunu unutup, aciz muhalefetler gibi şikâyet edenlerin, inisiyatif sahibi olamadıklarını bir kez daha gördük, Paris’te…