Çoğu kez, isimlerin manaları yüklenemediklerini görürüz. Yazı başlıkları da böyledir.
Belki de “muhalefetin kifâyetsizliği” dememiz gerekiyordu… 12 Eylül İhtilâli cehennemini milletimize yaşatmada, iktidarlara yardımcı olan muhalefetteki bazı siyasi münafıkları başlığımız ifade edemeyeceğinden, yukarıdaki başlığı tercih ettik.
Türk halkını; ihtilâl, nifak ve entrika ile bugünlere taşıyan ANAP ve AKP hükümetlerinin kimliklerindeki muhafazakârlığın; hem milletimize hem de değerlerimize verdikleri zararı olabildiğince yazmaya çalıştığımızdan, bugün muhalefeti konuşacağız. Yeni dünya siyasetindeki değişimleri milletimize yeterince anlatamadığımızdan, muhalefetlerin de yardımlarıyla tuzaktan tuzağa düştüğümüzü, geçmişe baktığımızda anlıyoruz.
Bediüzzaman’ın, iç siyasetimizde de muharrik-i bizzat [insiyatif sahibi] olmadığımızı söylediğini nazara alamadığımızda, Avrupa’nın zurnasıyla halay çektiğimizin farkına varamıyoruz. Kaldı ki, mücadelelerin artık devletler/milletler boyutundan, çekirdekteki sınıf/menfaat çatışmasına döndüğünü bilemediğimizden, temel paradigmaları terk ile klasik parti siyasetinin labirentlerinden bir türlü çıkamıyoruz. 1930’ların Kemalist devlet partisini, İkinci Dünya Savaşı’na gelen yıllardaki tek partiyi veya geçmişteki CHP’yi günümüzle toptan şeytanlaştırarak, demokrasiye yardımcı olabileceklerin sesini soluğunu kesiyoruz. Dinî değerleri veya milliyeti kimsecikler inhisarına alamayacakları gibi, demokrasiyi de belli partiler tekellerine alamazlar. Ülkemizdeki partilerin demokrasi karneleri, programlarında belirledikleri vaatlerin icralarında ortaya çıkar. Beyanı veya sloganı “demokrasi” olduğu halde, icraatı serapa diktatörlük olan şu kırk küsur senelik iktidar partilerinin millete rağmen devamlarındaki bir sırrı da, muhalefetteki bazı unsurların onlarla gizli ittifakı değil mi? Muhalefetin zirvelerinden, ihtilâl partilerinin siyasi zangoçluklarına koşanları, okuyucularımız bizden iyi tanırlar. Yani, 12 Eylül İhtilâli’yle ülkemizi global çeteye teslim edenlerin efendileri, iktidarlarla sınırlı kalmayıp muhalefete de müdahale ediyorlar. Bu hususta, Yeni Asya Araştırma Merkezi’nin neşrettiği, “Küresel Fitne Hareketi: Neoliberaller” çalışmasını, ilgi duyan okuyucularımıza tavsiye ederiz. Milli parlamentoların hem iktidar kanadında hem de muhalefet sıralarında oturarak, demokrasi perdesinde insanlığı felâkete götüren küreselcilerin nasıl çalıştıklarını, daha anlaşılır biçimde okuyabilirsiniz.
Küreselcilerin “değişim”, ilim adamlarının ise “tahribat” olarak niteledikleri dönüşümlerin hayatın her karesinde gerçekleştiği bir vakıa… Siyasetteki dönüşüm de çok önemli… Politikanın bir menfaat aracı olduğu şuuruyla eğitilmiş gençleri bünyelerine alan siyasi partilerin demokrasiden bahsetmeleri, elbette ahlâkî sayılmaz. Ve aktüel bilişim teknolojisini, kişisel gelişim tekniklerini, yabancı dili ve propaganda ilmini öğrenerek partiler üzerinden politika arenasına giren yeni nesiller, köylünün dinî geleneğini ve iffet anlayışını bilemediğinden, bu durum köy meydanında kız arkadaşıyla uygunsuz harekette bulunanların hâline benziyor. Yapılan işin/hareketin yanlış olduğunu veya ayıplanacağını bilmeyen o kadar yeni politikacı türedi ki… Bunlara dayanarak demokrasi mücadelesine giren parti liderlerinin sıkıntılarını da bilmek lâzım. Zira 12 Eylül İhtilâli’yle eş zamanlı olarak, global sosyal Marksistlerin dünyanın birçok ülkesinde öncü oldukları her türlü ahlâksızlıktan, Türkiye’mizin muaf kalacağını düşünemeyiz. Buradaki önemli mesele; milletimizin Marksist ihtilâlcilerce (12 Eylül’cüler) kaçırılan değerlerimizi bulup tekrar ikame etmek olmalı. Yani “millete hizmet” manasına gelen siyasete girecek fertlerin, çok önemli araştırmalardan/tahkiklerden sonra partide görevlendirilmesi gerekirdi. Hatta partide bazı imkânlara kavuştuktan sonra, parti etik/murakabe heyetince bu kişilerin devamlı bir şekilde takip edilmesi lâzımdı. “Millete hizmet etmek istiyorum” diyenlerde; fedakârlık, vatanperverlik, ahlâkî değerler, aktüel zaaflardan (para, kadın ve makam gibi) uzak olma özelliği aranması gerekir. Aksi hâlde, global sermayenin önemli bir kısmını kontrol eden demokrasi düşmanı küresel Marksistler; milli ülkelerdeki siyasetçileri, bürokratları, akademisyenleri ve sivil toplumcuları satın almaya devam eder ki, bu ise demokrasinin felâketidir. İşte muhalefetin iktidarsızlığı da buradan geliyor.
Bir nokta daha var: AKP iktidarının savunduğu politikaları ve bazı icraatları aynen savunan –ki bunların millet tarafından istenmediği istatistiklerde açıkça görünüyor– partiler nasıl demokrasiden bahsediyorlar veya iktidara muhalefet olduklarını söyleyebiliyorlar? Müşahhaslaştıralım… İhtilâlci Özal’ı kabul eden bir muhalefet lideri, elbette AKP’nin alternatifi değildir. Herkes biliyor ki AKP ihtilâl sürecinde ANAP’ın devamıdır. Veya küresel ahlâksızların dünya demokrasisine ve halklarına kapital ile dayattığı LGBTI’ye “evet” diyen bir politikacı, hiç muhalefeti temsil edebilir mi? Zira global LGBTI hareketini destekleyenler AKP’yi getirenlerdir. Veya AKP’nin mütemadiyen gündemde tuttuğu, “CHP’nin mukaddesat düşmanı olduğu” algısına yardımcı olacak şekilde, Kur’an kurslarına, dindarların sosyal hayatlarına veya dinî cemaatlerin faaliyetlerine dil uzatan militan Kemalistlerle AKP muhalefeti olur mu?
Bu konuyu mütalaaya, inşaallah devam edeceğiz.