Küreselci Marksistlerin “tek devlet” düşüncesini doğru anlayabilmek için, felsefesinin temeliyle hedeflerini tek projede ele almamız gerekiyor.
Tıpkı Karl Marks’ın 1872 Paris ihtilâli, Alman Marksistlerinin 1917 Berlin ve arkasından da St.Petersburg ihtilâllerindeki hedefler gibi. Bütün dünyayı komünist yapmak üzere yola çıkanların, 2024 yılında bir başka usul ve format ile daha geniş bir sahada dünyayı ele geçirmeye çalıştıklarını görebildiğimizde, çevremizdeki sislerin dağıldığını ve her şeyin çok net göründüğüne şahit olacağız.
Kapitali devletlerin üzerine çıkarırlarken, teşkil ettikleri yapay kurumları de bir merkeze topluyorlar: Dünya Bankası, Dünya Sağlık Örgütü, Kısmen BM’nin kurumları, IMF ve güçleri yetebildiğince NATO gibi uluslararası yapıları, ellerindeki finans kuvvetiyle gizlice tek karar merciine topluyorlar. Donald Trump iktidara geldiğinde, DSÖ’ye yıllık harcamalarını sormuştu. Dört buçuk milyar dolarlık harcamanın yalnız bir buçuk milyarının üye devlet aidatlarından geldiğini öğrenince, DSÖ’nün kimlerce finanse ve idare edildiği ortaya çıkmıştı. Bir avuç eşkıyanın yönetiminde olan ve insanların hayatlarıyla oynayan bu örgütü protesto ederek ABD’nin aidatını kesmişti. Ve daha sonraki hikâyeleri biliyorsunuz. Zavallı Çin’i operasyon mahalli olarak kullanan DSÖ ve ortakları (ABD’deki ve İngiltere’deki meşhur kapital sahipleri) COVID-19 meselesinde yüzlerce yalan ile insanlığı perişan ve rezil etmişti. Hele piyasadaki o müptezel –ilim adamı geçinen– profesörler, enstitü sahipleri, büyük sağlık kuruluşları ve nihayet aşıcı laboratuvarlar hikâyesi… Türkiye kökenli ve Almanya’da çalışan –heykellerini dikecektik neredeyse– Biontech mucitlerinin AB hukukundan kaçıp Londra’ya sığındıkları şu günlerde, CORONA hikâyesini insaf ile yeniden ele alacak araştırmacılara olan ihtiyacı hepiniz duyuyorsunuzdur. 2019’da başlayıp 2022’ye kadar devam eden bu rezilâne hikâyenin en önemli tarafı, COVID-19’u bir saadet zinciri olarak kullanan hükümetler, AB yetkilileri, ABD’nin halk sağlığı kuruluşu ve yüzlerce laboratuvarlar üzerinden kazanç sağlayanları, bilhassa özel hastahaneler zincirlerine sahip sağlık bakanları ve onlara danışmanlık adı altında, ilmin haysiyetini inciterek yanaşanlar ve nihayet global vakıflar ve bankalar…
Bunların hepsi Avrupalı, medenî, insancıl ve çevreci geçinen kişilerdi. “Geldi geçti” diyemiyoruz. Bunun hesabı kısmen dünyada ve en âdil bir şekilde ahirette görüleceğinden, “Geçmedi ve önümüzde duruyor” diyeceğiz.
İnsaniyetin değerlerini ve bilhassa insan sağlığını geçim kaynağı olarak hedefleyenlerin isim listesini burada vermek mümkün değil. Yalnız, küreselcilerin AB Genel Sekreterliği burcunda koruma altına aldıkları Ursula von den Leyen, laboratuvarlarında insanlara ve hayvanlara en büyük acıları yaşatan Fauci, AB’deki bazı meşhur sağlık bakanları ve on bir ay gibi kısa bir sürede aşı üretenler, insanlık yaşadığı müddetçe adaletin takibinden kurtulamayacaklar.
Gelelim, yeni tiyatromuza… Korkularından olacak ki, kendilerinden emin olmayan bir üslupla “Maymun Çiçeği” ismini taktıkları yeni Corona’larını, tetikçilerinin beyanıyla ellerindeki medyada gündeme getirmeye başladılar. Bu küresel sosyal Marksistlerin, ihtilâlci komünistlerden en büyük farkları; sistemleri yalan, rüşvet ve entrika ile çalışamaz hale getirmek olmalı. Emniyeti, düzeni, güvenirliliği, yardımlaşmayı ve sosyalleşmeyi paramparça ediyorlar. Şu CORONA musibetinden sonra, halkın neye, kime ve nasıl güvenebileceğini, varın düşünün. Ellerindeki kapital ile insan hayatı ve haysiyetiyle oynayan, adeta maymunlaşmış insanlarla karşı karşıya kalıyoruz. Durum çok vahim…
Bütün bu menfiliklere rağmen, bize ümit veren bir nokta var: Küresel sosyal Marksistlerin dünya kamuoyunda düşüşte olduklarını daha önce yazmıştık. En büyük korkularının da, milli demokrasiler olduğunu biliyorsunuz. Milletin kendi sistemini kontrol edebileceği; sağlığına, maliyesine, eğitimine, ailesine, toprağına, değerlerine, tarihine ve iç barışına nezaret edebileceği bir demokrasiden bahsediyoruz. Demokrasi genel çerçevesiyle global olabilir. Fakat kimlik olarak milli olmazsa, Türkiye’nin sağlık sistemine Bill Gates’in vakfı, imkânlarıyla müdahale eder. Tıpkı bazı Arap ülkelerinin, savunmalarını Pentagon’a ve Londra’ya ihale ettikleri gibi. Bu devletler yalnızca harita üzerinde vardırlar, asla bağımsız olamazlar. Zira millî kimliklerine henüz kavuşamamışlar. İşte global sermayeyi kontrollerinde tutan semavî din ve ahlâk düşmanı Marksistler de diyorlar ki: “Sizin sağlığınızla DSÖ, eğitiminizle UNICEF, savunmanızla PENTAGON, maliyenizle IMF gibi kurumlarımız alâkadar olsunlar. Zaten sizden para-pul isteyen de yok. Çünkü ANAP ile başlayan ve AKP ile devam eden taşeronlarımız, zarurî ihtiyaçlarınız dışındaki emvalinizi bizim ambarlara taşıyorlar. Siz keyfinize bakınız, gayrı…”