Bu yazımızdan bir “antisemittik” sonuç çıkarma gayretinde olacaklara peşinen belirtelim:
Kur’ân bütün insanların Hz. Âdem’de (as) ve Hz. Âdem’in de topraktan yaratıldığını bize ders veriyor. Irk, sınıf, cinsiyet, yaş ve statü olarak bütün insanların “hukuk önünde” eşit olduklarına İslâm şeriatı bin beş yüz senedir, şahitlik yapıyor. Müslümanların hiçbir zaman dinlerinden ve ırklarından ötürü Yahudilere düşmanlık yapmadıklarını, bir önceki yazımızda belirtmiştik. Bu yazımızda, Cihanşümul cereyanların İbrahimî dinlerin beşiğine kurdukları İsrail Devleti’nin misyonu ile Yahudilerin durumu hakkında birkaç çizgi arz etmek istiyoruz. Avrupa ve Rusya’da yüzlerce defa katle, baskı ve tehcire maruz kalmış Yahudi halkını, “İsrail Projesinden” tamamen ayırmak gerekiyor. Hatta dinî ve millî duygularla “İsrail Devletine” sahip çıkarak, günümüzde kısmî de olsa “Yahudi Şeriatını” bu devlette uygulatan halkı da kastettiğimiz projeden uzak tutacağız. Bilhassa İngiltere ve ABD devletleri üzerinden Cihanşümul hâkimiyete koşanların sözcülerinin parlamentolarda, BM’de ve uluslar arası mahfillerde satır aralarında söylediklerini bir araya getirdiğimizde, bu projenin belli çevrelerce hazırlandığını müşahede ediyoruz.
Ramazan-ı Şerifin çok kıymetli gecelerinde-gündüzlerinde camilerinde katle maruz kalan ve bin beş yüz senelik yurtlarından koparılan Müslümanlarla ortaya çıkan “yeni süreç” münasebetiyle, dünya kamuoyu “İsrail” hakkında epeyce konuştu. Burada dikkatimizi çeken husus ise, İsrail Devleti bahis mevzu olduğunda, “özel hukukun” devreye girmesiydi. İsrail Devleti’ni koruma uğrunda, Ortadoğu’yu baştanbaşa ateşe verecek “vahşi bir iradenin” insanî, demokratik ve medenî olmadığını herkes biliyor. Fakat sıra resmî beyanatlara gelince, “zavallı Yahudiler mağdur” olarak manşetlere yansıtılıyordu. Beş bin seneden beri bu topraklarda yaşayan insanların mülteci durumuna düşürülmeleri, masum insanların evlerinden sürülerek çöllerdeki çadırlara mahkûm edilmeleri ve itiraz edenlerin katl veya hapis ile cezalandırmaları; dünyaya hukuku, insaniyet ve medeniyet dersi verme iddiasındaki “Batılı Ülkelerinin” siyasetçilerini hiç düşündürmediğini mi zannediyorsunuz? Hayır, global dinsiz sermayenin bütün çabalarına rağmen, halklarını ikna edemeyen siyasetçilerin tepesindeki Demokles’in kılıcı, o politikacıları yalan ve haksız beyanlara sevk ediyor. Menfaat, mevki korkusu, neocon-Neoliberal ittifakın global baskısı ve tekelci sermaye…
İki haftaya yakındır medyaya yansıyan haber ve resimlerin turnusol vazifesi yaptığını da gözlemliyoruz. İsrail Devleti’ni can-baş müdafaa eden siyasetçileri, kurumları, yazar ve gazetecileri alt-alta yazdığınızda ortaya çıkacak manzaraya siz de şaşarsınız: Demokrasi karşıtı, emperyalist geleneği Bolşevizm usûlü ile devamdan yana, bilim-teknoloji insan ve çevre zararına kullanmaktan zevk alan, LGBT yandaşı ve Hıristiyan Avrupa kimliğiyle savaş halindeki kişi-kurum listesiyle karşılaşıyorsunuz. İsrail’in yanında poz verenleri, yukarıda arz ettiğim üzere iki kısma ayıracağız. Siyasî menfaat, global korku ve Neoliberallerin ellerindeki dosyalardan dolayı bir nevi mahkumiyet içinde konuşan politikacıları, İsrail’i maşa olarak kullanmak isteyenlerden ayırmamız lâzım. Almanya’nın SPD ve CDU’lu çoğu siyasetçilerini, Angela Merkel ile Von den Leyen’den elbette ayıracağız.
İslâm Âlemindeki siyasal İslâm politikacılarının tavır ve beyanlarını dillerine dolayarak haklılık iddiasındaki ikiyüzlü bir kısım Avrupalı siyasetçilere, Paris’ten Tahran’a getirilen Ayetullah Humeyni hadisesini hatırlatmak gerekebilir. Ve sonra da “Salman Rüştü” tiyatrosunu... Türkiye’nin başındaki hükümetin, Neocon-Neoliberal ittifakının destekleriyle getirildiğine, olaya birinci derecede şehadet eden yüzlerce Türk aydını varken, Cumhurbaşkanımızın demokrasiye, hukukun üstünlüğüne ve Müslüman-Hıristiyan ittifakına zarar verecek beyan ve hareketlerini bahane tutanları, insanî değerlerde gayr-ı samimî buluyoruz. Ortadoğu’ya musallat ettikleri BOP’çuları, Türkiye’nin başına sardıkları PKK’nın ve yetmiş küsur senedir bizi komşumuzla itiş-kakışa sevk ettikleri Kıbrıs’ın ipleri ellerinde oldukları halde, Marksist reflekslerle ülkelerinin menfaatlerini çatışmalarımızda arayan siyasetçilerin demokrasiye inandıklarını kabullenir misiniz?
İsrail’in sıradan bir devlet olmadığını dünya biliyor. Fakat misyonunun karanlık ilişkilerle global dinsiz cereyanlara bağlanmış olması, İslâm dünyasına ve Araplara vereceği kadar zararı Avrupa’ya, Hıristiyanlık Âlemine, ABD’ye ve dünya barışına da vereceğinden emin değil misiniz? Türk milleti, PKK, Barzani ve YPG gibi Marksist Kürt hareketlerinin İsrail üzerinden bölgeye terör getirdiklerine inanıyor. Irak ve Suriye’yi kana boyayan IŞİD hareketinin bir tarafında İsrail’in bulunduğunda Araplar ittifak ediyorlar. Yüzlerce IŞİD militanının İsrail hasta hanelerinde tedavi gördüğüne dair, yüzlerce haber sızmıştı, medyaya… Trump’ın Çin Vebası dediği korona ile alâkalı İsrail’de işlenen cinayetleri de dünya kamuoyu biliyor. Ve günümüz Doğu Afrika’sındaki onlarca iç çatışmanın da İsrail üzerinden organize ile yürütüldüğünde kimsenin şüphesi yok. Elbette nüfusu birkaç milyonu geçmeyen İsrail halkı bütün bu cinayetleri, entrikaları ve yolsuzlukları yapamaz. İsrail’in dünyayı tehdit eden demokrasi, barış ve medeniyet karşıtı çete tarafından bir üs olarak kullanıldığını söylüyoruz.
Bu üssün icra ettiği misyonun genişliği de konuşulmalı. Mütemadiyen bu bölgede beslenen iç çatışmalar, demokrasi karşıtı hareketlerin aynı mihraklarca desteklenmesi, çatışmalar bahanesiyle bu güne kadar Arap ülkelerine satılmış silâhlar, bazı silâh fabrikalarının bu vesile ile silâhlarını bölgede deneme imkânı bulmaları ve en önemlisi de ABD ile AB arasındaki ittifakın engellemesi cihetiyle İsrail üzerinden dünya demokrasisine, barışına ve çevreye verilen zararların da bir dökümü yapılsaydı, “İsrail Devleti” projesinden dindar Yahudi halkının mı, yoksa Marksist felsefe üzerinden dünyada ihtilâl ve sınıf çatışmalarına girişen global cereyanların mı daha kârlı çıktıklarını açıkça anlardık. Kadir Gecesi’nden başlayarak tırmandırılan süreçte, global sermayedarlara ait twitter ve diğer sosyal medyanın Filistinlilerin mağduriyetinin neşrine getirdikleri yasaklar da, projenin nereden başladığını az-çok meraklılarına gösteriyor, değil mi?
Trump’ın başaramadığı Filistin-İsrail barışını, Siyonistlerin işgali altındaki Joe Biden hükümeti hiç gerçekleştiremeyecek gibi. Netanyahu bu ayrıntıyı bildiği için, siyasî rant istikametinde “mevcut durumdan kendisine rol çıkarıyor”. Amerika’yı idareden âciz Biden hükümetinin günümüz İsrail çetesini de ortada bırakacağını şimdiden söylemek erken mi olur?