Gazetemizin kıymetli okuyucuları ve yorumcuları daima haklıdırlar.
Yazarlarıyla birlikte düşünen, problemleri çözmek için akıl/mantık yürüten kişilerdir. Birçok meşguliyetler arasında, özellikle oturup yorum yazan fedakâr okuyucularımızdan bahsediyorum.
Meseleler her ne kadar basit ve küçük görünse de; bir yönüyle ahirzamandaki iman ve küfür mücadelesini mevzu edinmeleri ve diğer cihetiyle de konuların küresel bakışlarımıza ve hadiseleri tahlile olan ihtiyacı, alâkadar olduğumuz boyutların hem genişliğini ve hem de vazgeçilmezliğini ortaya koyuyor.
Bediüzzaman’ın savaşları, devletler/milletler seviyesinden sınıf hâkimiyetlerine taşıması; elbette kişilerin isimlerini önemsiz kılıyor. İkinci Dünya Savaşındaki isimler ve temsilî devletler bugün için tarihe karıştı, diyebiliyoruz. Bu esnada, Hz. İsa’nın (as) nüzulü ve savaşın seyrini üç kategoride, mektubunda izah eden Said Nursî’nin verdiği ölçüler, günümüzde başka coğrafyalarda ve şahıslarda tezahür ediyorsa, oturup tekrar mütaalalarda bulunmamız gerekiyor. Yazımızın başlığı yalnızca Ey Trump!” değildi. Tedkik heyetimiz bizimle istişare ile o başlığı koymuştu.
Yazımızda ifade ettiğimiz üzere, dünya kamuoyunun “inkâr-ı ulûhiyet ile semavî dinlerin müttefikleri” olarak ikiye ayrıldıkları “yol çatısında” durarak, ABD’nin yeni hükümetinin seslendirdiği siyaseti tahlil etmeye çalıştık. Devlet başkanının arkasındaki “şahs-ı manevînin güçlü duruşu,” inkâr-ı ulûhiyetçilerle olan birçok devlet başkanının istifasını netice vermesi, ülkenin reislik makamındaki kişinin gücüyle alâkadar değil. Kırk seneden bu yana, çeşitli entrikalarla dünyanın ileri ülkelerine (AB) parmak karıştıran küresel dinsizlik; artık bütün insanlığa hâkim olduğu ve neredeyse kendisini ilâh ilân edeceği zamanda (DAVOS’taki çalışmaları incelemenizi isterim), yok etmek istedikleri İsevîlerle karşılaştılar ve zilletli bir mağlubiyete duçar oldular.
Sol tarafta Allah’ı ve yaratılışı inkâr edenler, karşılarında ise Müslümanlarla Hıristiyanlar… ABD’nin aktüel siyasetini anlayabilmek için; inkâr-ı uluhiyetçilerin kırk seneden bu yana yüzlerce kalemde yaptıkları tahribatları, müdahaleleri, savaşları, iletişim teknolojisi ile insanları yuvarladığı tedenni vadilerini, dünya nüfusunu kontrol altına alma çabaları (corona, vb. projeler) gibi yüzlerce icraatı yakından takip etmemiz lâzımdı. Ellerindeki para, organizeli faaliyetler ve millî devletlerin kurumlarına sızarak oraları sivil ihtilâllerle işgal ve bilhassa neşriyat ile insanlığı genel olarak hipnoze etmeleri, dünya milletlerine bedenlerinde meydana gelen hasarları görmelerine müsaade etmedi.
Küçücük bir örneği 12 Eylül’ün taşeronu AKP… Hamiyet, dindarlık ve eskilerin hatalarıyla milleti şaşırtarak, fukara milletimizin sermayesini birlikte çalıştıkları küresel sosyal Marksistlere aktardıklarına yüzlerce örnek verebiliriz.
Dikkat ederseniz; ne siyasal İslâmcılar, ne milliyetçiler, ne de ulusalcı Kemalistler; Olaylara bütünlük halinde bakmamızı istemiyorlar. Kendi labirentlerine çekerek; kısır ve neticesiz tartışmalarla zamanlarımızı heba ediyorlar. ABD aleyhtarlığı, Müslüman-Hıristiyan düşmanlığı, Geçmiş zamanların emperyalist savaşlarını ve bilhassa kişiler üzerinden tarih düşmanlığı üsluplarıyla bizim alâkamız olamaz. Zaman bunları geçersiz saymaktadır.
Küresel sosyal Marksizm’in şimdiye kadar kullandığı sloganların mahiyetleri de açığa çıkmıştır. Yani çok kültürlülük, yeşil enerji, tarifi belirsiz liberalizm, toplumdan önce ferdin refahı, millî devletlerin halkın temel ihtiyaçlarını temininde devre dışı bırakılmaları, serbest/pazar ekonomisi şemsiyesi altındaki tekelcilik, dünya hukukunun global sermayeye göre dizaynı ve Dünya Ekonomi Forumu gibi hukukta yeri olmadığı halde, dünya sermayesini kontrol ve hadiselere yön veren mevhum kurumların hâkimiyetlerinin, artık bundan böyle devam edemeyeceğini ABD seçimleri isbat etmiştir. Millî devletleri, adaletli rekabeti, cemaatlerin toplumdaki etkilerini, siyasî veya dinî manadaki şahsiyetleri global hedeflerine engel gören Neoliberallerin, geçmiş zamanlardan farklı metotlarla etkisiz hale getirmesi, sivil komünizmin dönüşünden başka bir şey değildi. Donald Trump’ın “Büyük Amerika” sloganı yalnızca ABD de geçerli olmamalı. Her millî ülke kendisine göre şereflidir, büyüktür ve kıymetlidir. Filistin de büyüktür, Ukrayna da… İran da büyüktür, Türkiye de…
Biz BÖYYÜK TÜRKİYE şarkısını dinleyerek büyüdük. Türkiye Yüzyılı yalan bir slogandır, fakat Büyük Türkiye her zamanın şarkısıdır. Her halk kendi milleti ve devleti için kullanabilir.
Not: Zaman içinde, yorumcularımızın suallerine cevap niteliğinde yazmaya gayret edeceğim, inşaallah.