"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Şekil mi, öz mü?

Serdar Ahlatcı
05 Ağustos 2018, Pazar 00:34
Otuzlu yaşlarına gelmesine rağmen henüz Kur’ân’la tanışmamıştı.

Gerçi yaz kurslarında Kur’ân öğrenmişti, ama o, Kur’ân’ı Cuma gecelerinde, kandillerde, mezarlıklarda, mevlitlerde okuyordu. Hayatında ise Kur’ân yoktu. Merak edip de bir sefer bile anlamını okumamıştı. Yani sadece Kur’ân’ın Arapça’sını telâffuz ediyordu hepsi o kadar. Acaba Allah (cc) Kur’ân’ı bunun için mi göndermişti bize? Acaba Peygamber Efendimiz (asm) ve sahabeler de bizim okuduğumuz gibi mi okuyor ve bizimle aynı gayeyi mi taşıyordu? 

Kitabımızın ana temasına uygun olarak mesajımızı da buraya iliştirelim; Kur’ân’sız asla zirvelere çıkamazsın. Asla bir adım ileriye bile gidemezsin. Kur’ân’sızsan, Cenneti, orada Peygamberle (asm)) buluşmayı, Allah’a (cc) kavuşmayı unut!

Her neyse baştaki arkadaşın hayat serüvenine devam edelim. Bu arkadaş hayatını bu şekilde sürdürürken bir gün sakallı, cübbeli birileriyle tanıştı, kısa süre sonra kaynaştı ve elhamdülillah namaza da başladı. Güzel gelişmeler devam ediyordu, sakalını uzattı, cübbesini, şalvarını giydi ve sarığını başına doladı. Şekil olarak İslâmiyeti üzerinde taşıyordu. Peki ya içerisi, özü ve ana çekirdeği? Zikirler, hatmeler, sohbetler derken aradan birkaç yıl geçti. Yıllar geçiyordu, ama bu arkadaş o cemaatin verdiği bilgilerden başka hiç bilgi edinmiyor merak da etmiyordu. Çünkü cemaatin ileri gelenleri kurtuluşun kendilerinde olduğunu empoze ediyorlardı. Düşünmesine müsaade etmiyorlardı? Bütün suç onlarda değildi elbet. Meselâ ömründe bir sefer bile alıp da Kur’ân’ın anlamını okumamış, tefsirlerden araştırma yapmamıştı. Yani ana kaynaktan mahrum bir İslâmiyet yaşıyordu. Bense elimden geldiği kadar Kur’ân’ı anlamaya çalışıyor, meal ve tefsirlerle haşır neşir oluyor ve dinimi en ince ayrıntısına varıncaya kadar öğrenmeye gayret gösteriyordum. Lâkin sakalım çok kısaydı, şalvar giymiyordum, cübbem yoktu, sarık kullanmıyordum. Bütün suçum şekilsellikten uzak durmaktı. Aradan zaman geçti ve bu arkadaşla karşılaştık ve bu meseleler üzerine hararetli konuşmalarımız oldu. 

Bunun üzerine şu kısa yazıyı kaleme aldım:

Kaporta mı, Motor mu?

Bir araba düşünelim, motoru sapasağlam, ama kaporta da ufak tefek çizikler var. Bu araba istediği hedefe ulaşır mı? Elbette… Bu arabanın yolda kalma ihtimali oldukça düşük. Bu araba er geç hedeflediği sona ulaşır.

Yine bir başka araba düşünelim, kaporta mükemmel ve gözalıcı bir şekilde dizayn edilmiş, ama motor bozuk ve çalışmıyor. Bu araba gitmek istediği yere ulaşabilir mi? Tabiî ki hayır. Ve hatta bir adım bile gitmez, gidemez. Sadece seyirlik vaziyette kalır. Ne zaman ki motor tamir edilir, yağı suyu tamamlanır işte o zaman yol almaya başlar.

En ideali ise her ikisinin de yerli yerinde olması.

Sıra geldi bunu neden yazdığıma; geçen gün sakalı şalvarı yani şekilselliği yerinde olan bir arkadaşla karşılaştık. Bana diyor ki, âyet ve hadislerle ilgileniyorsun, kitap makale yazıyorsun, sosyal medyada aktif bir şekilde yazılar paylaşıyorsun, ama görüyorum ki, sakalın kısa, cübbe sarık yok, böyle Müslümanlık olur mu? Sünnete muhalefet mi ediyorsun? Sıra bana geldi: Sen hiç Kur’ân’ın anlamını, tefsirini baştan sona okudun mu? Hayır. Sen hiç Efendimizin (asm) hadislerinin neredeyse tamamını baştan sona okudun mu? Hayır. Yani kaporta sağlam, ama motor çürük, perişan… Şekilselliği tamamlamış sözde bir Müslüman profili. Şekilselliği dinin ana kaynağı olan Kur’ân’ın önüne geçirmiş. Be güzel kardeşim! Kur’ân’ın anlamını bilmeden şekilselliğini tamamladığın dinin özünü nasıl yaşayacaksın? Tevhidi nasıl idrak edeceksin? Sana ahirette sakaldan şalvardan değil, Kur’ân’dan sorulacak. Kur’ân’ı okuyup okumadığından değil yaşayıp yaşamadığından hesaba çekileceksin. Kur’ân’ı anlamamışsan bu sınavdan nasıl geçeceksin?

Konumuzu İslâm’ın özünden mahrum kalmış, Kur’ân’ın niçin gönderildiğini kavrayamamış bu şekilsel arkadaşlara sorular yönelterek bitirelim:

Kendini Peygamberimize (asm) benzetiyorsun;

Peygamberimiz (asm) kuru hasırlarda yatardı, asla israf etmezdi, lüks ve şatafat içinde yaşamazdı, bu noktada hevesli davranmazdı. Ya sen?

Peygamberimiz (asm) ümmetinin en fakiri gibi yaşardı. Evi en fakiri gibi, ev eşyası en fakiri gibi, kıyafeti en fakiri gibi, kısaca her şeyi en fakiri gibi… Ya sen?

Peygamberimiz (asm) neyi var neyi yok dağıttı. Hz. Hatice (ra) validemizin bütün zenginliğini irşad ve tebliğ yolunda harcadı. Ya sen?

Peygamberimiz (asm) bazen günlerce aç gezerdi. Elinde kalan son yiyeceği bile olsa o anda yanına gelen ihtiyaç sahibine tereddüt etmeden verirdi. Ya sen?

Peygamberimiz (asm) kul hakkı yemezdi, kimseye zulmetmezdi, kimseyi incitmezdi. Adalet mekanizmasını hassasiyetle çalıştırırdı. Ya sen?

Peygamberimiz (asm) kötü söz söylemez, gıybet etmez, yalan konuşmaz, dedikodu yapmaz, iftira atmazdı. Dilini İslâma uygun kullanırdı. Ya sen?

Peygamberimiz (asm) Kur’ân’ı yüzde yüz yaşardı. Âyetler iner inmez onları hemen sahabeler ulaştırır ve hayata geçmesi için mücadele ederdi. Ya sen?

Peygamberimiz (asm) ve arkadaşlarının anayasası Kur’ân’dı. Ya senin?

Okunma Sayısı: 3101
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı