Bugün çoğu Müslümanın en büyük sorunu bilgisizce, ilimsizce ve Kur’ânî noktada cahilce “Körü körüne inanmak” ya da neye ve nasıl inandığını bilmeden inandığını zannetmek.
Körü körüne hareket ederek ve zannederek iman olmaz.
Başkalarının doğruları sizin yanlışınız, yanlışları da sizin doğrularınız olabilir. Milyarlarca doğruların yanlış sayıldığı milyarlar ve milyarlarca yanlışların doğru sayıldığı milyarlar. Tam bir değerler karmaşa ve kargaşası.
Aslında bütün bu karmaşa ve çatışmalardan kurtulmanın tek bir yolu var, doğruların ve yanlışların net bir şekilde bize aktarıldığı İlâhî rehberimiz, ana kaynağımız ve hayat kitabımız Kur’ân ve Sünnet-i Seniyye.
‘’Ya Rabbi! Bize, konuştuğumuzda Kur’ânlaşacağımız ve körü körüne inançtan kurtulacağımız, ayrıldığımızda ise yalnızlaşacağımız arkadaşlarımızın yokluğunu yaşatma.’’
Körü körüne yaşamak, zamanı öldürmek, bedeni felç etmek ve ruhun can damarını kesip atmaktır. Son nefesimizin ne zaman kesileceğini bilmediğimiz hayat süresince hiç kimse vaktinden önce ölmüyor aslında, vaktinden önce veya sonra doğmadığı gibi... Çünkü bizden geriye kalan zaman da, bizden önceki zaman gibi bizim değildir. Bundan dolayı yitirdiğimiz bir şey de yok, çünkü yitirdiğimiz bizim değil...
‘’Zamanın, bedenin ve kâinatın sahibi olan Allah’ım! Her ânımızı, bütün benliğimizi, her zerremizi sadece ve sadece Senin için yaşayanlardan, Sana ayıranlardan ve Seninle olanlardan eyle’’
Körü körüne seçimlerimizdir bizlerin başına belâ olan. Bilgisizliğimizden dolayı hislerimizin aldattığı fertler olup çıkarız.
Körü körüne hareket etmek karanlıklarda yol almak gibidir. Sadece kendisine aktarılanlarla yetinenler hakikat kırıntılarından dahi mahrum kalırlar. Araştırmayan, soruşturmayan, elle tutulur bir çaba sergilemeyen ve kendisine gelenleri basmakalıp kabul eden aldanmış gafiller, sakat zihniyetlerini sürdürdükleri takdirde karanlıklara mahkûm yaşarlar.
Körü körüne plansız programsız yaşayanlar, her duyduğuna inananlar, sorgusuz sualsiz kalabalıklara karışanlar, yaşamak için yenilenmek gerek felsefesine uzak olanlar, ehl-i tahkik olmayanlar, başkalarının dikte ettiği inanışlara bağlananlar düşünce akletme özelliklerini yitirirler.
Nasıl ki, bir balık yaratılış gayesine uygun olan sudan çıkarıldığında hayata veda eder. Aynen insan da yaratılış gayesinin dışına yani Kur’ân ve sünnet çizgilerini aştığında madden olmasa da manen ölmesi kaçınılmazdır.