"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İnsanlık neyi kaybetti de geriledi?

Sebahattin YAŞAR
13 Temmuz 2024, Cumartesi
İnsan üç piramit arasında yolculuk yaparken bu devasa yapıların hangi hesaplarla, ne derin ilmi hesaplarla yapıldığını düşünmeye başlıyor. İnsanlık neyi kaybetti de bu kadar geriledi? İleri mi gidiyoruz geri mi bu anlaşılır değil. Ama önce hür zihinlere ihtiyaç var.

GEZİ: Bediüzzaman’ın tarifiyle İslamiyetin zeki bir mahdumu (evladı): Mısır
Sebahattin YAŞAR - 6
[email protected]

Piramitler, dünyada nasıl eserler bırakmamız gerektiğine dair kulağımıza bir  şeyler fısıldıyor

Mısırla ilgili çok farklı konularda zihnen uyarılmış olarak, Kahire şehrine doğru giriyoruz. Ama artık bu kadar Risale-i Nur bilgisiyle muhatap olunca Kahire daha bir ‘bizim gibi’ zihnimizde şekillenmeye başladı. Bu şehirden çok güzel ve anlamlı bilgilerle, tecrübelerle döneceğimize olan kanaatimiz artmaya başladı.

Kahire’ye ulaştığımızda önce otelimize yerleşiyoruz. Sonraki günü heyecanla beklemeye başlıyoruz. Kahire’de olmak, onun tarih boyunca yaşadıklarına dahil olmak gibi bir anlam taşıyor. Yani bir ülkede, bir şehirde olunca o ülkenin, o şehrin geçmiş ve geleceği ile maddi hayatı ve manevi hayatı ile ilgili hale geliyorsun. Mısır’da olunca da, hemen dünyanın yedi harikası içinde geçen piramitleri görmek, orada yaşananları solumak, zihnen de olsa binler yıllar öncesine bir yolculuk yapmak kaçınılmaz oluyor. Risale-i Nur eserlerinde ‘Firavunlar’ diye bir arama yapınca yine onlarca farklı konularda Firavun ifadesi geçmektedir. Buradan da Firavun kavramını Risale-i Nur’un nasıl ve hangi anlamda ele aldığını fark ediyorsun. Çünkü Firavun tarihte kalmış bir unsur değil, bugün de insanda var olan şiddetli, olumsuz duyguların ifadesidir. Bugün yine firavun zihniyetler üreten felsefeler hayatta varlığını sürdürüyor ve tahribatını olanca hızıyla yapıyor.

Piramit dış yüzeyleri üçgen olan ve üstte tek bir noktada birleşen ve şekli geometrik anlamda kabaca bir piramit halindeki bir yapıdır. Bir piramidin tabanı üçgen, dörtgen veya herhangi bir çokgen şekli olabilir. Dünyanın birçok yerinde farklı medeniyetler tarafından piramitler inşa edilmiştir. (Vikipedi)


Piramitleri develerle gezmek ayrı bir zevk.

Tarihin bu gizemli yapılarını görmek için geldiğimiz topraklarda yine hep insan unsuru ile karşılaşıyoruz. Güvenle bir şeyler almak istiyorsunuz. Ama kuralı olmayan, keyfi muamelenin hakim olduğu bir dünya var burada. Kim ne istiyorsa ve nasıl istiyorsa öyle davranıyor. Kim, kime neyi ne kadara satabiliyorsa satar, bir standart yok gibi. Bu anlayış artık çağa uymuyor. Her yerde kuralların olduğu, kimsenin kimseyi yolmadığı, yormadığı, hürriyetçi anlayışların galip geldiği bir dünya isteniyor. Cehalet artık bu kadar cesurca insanların arasında gezememeli.

Buradaki piramitlere bakıldığında yapılışı, içindeki kapalı odaları ve ulaşılamayan noktaları ile bir gizem içerse de, aslolan insanlığın ortak hafızası olan bu yapıların korunması, üzerinde çalışmayı gerektiren bir konumdadır. Bu insanlık mirası, üç beş deve ile iş yapanın, araçla taşıma yaparak gününü kurtarmaya çalışanların insafına terk edilmemelidir.

Doğrusu yaşanan şu ki, insan bu üç piramit arasında gerek develer ve gerekse at arabaları veya araçlarla yolculuk yaparken, zihni bir anda binler yıl öncesine gidiyor ve bu devasa yapıların hangi hesaplarla, hangi çalışanlarla, ne derin ilmi hesaplarla yapıldığını düşünmeye başlıyor. Şimdiki modern dünyada yapılan binalar ve onların ömürleri bu yapılar karşısında insanı düşündürüyor. Yani insanlık neyi kaybetti de bu kadar geriledi. Modernlik denen şey ne idi? İleri mi gidiyoruz geri mi bu anlaşılır değil. Yani bu insanlık mirası piramitler önünde trafik ve insan karmaşası değil de, bir planlama ve düzen içerisinde, buradaki insanları da istihdam ederek, gelenin de memnun kalacağı, temizliğin, düzenin hakim olacağı bir düzenleme çok mu zor Allah aşkına. Ama önce hür zihinlere, başkasına da kendisine de değerlerine de saygı duyan anlayışlara ihtiyaç var.

Yine böyle ortamlarda gezerken insan hemen Bediüzzaman’ın, “Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde fani dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme.” İkazı hatırına geliyor. Bu, ‘dünyada eser bırakma’ anlamında değildir, öyle eserler bırak ki, bıraktığın eserlerin öyle önemli etkileri olsun ki, insanlık ondan ciddi yararlansın, sen de hem dünyanı hem de ebedi hayatını bu emeğin sayesinde kurtarmış olasın. Yoksa nice eserler var ki, zulmün, adaletsizliğin, hukuksuzluğun ve diktatörlüklerin sembolü olmuştur. Nice insanlık dramlarını gösteren, nice soykırımları içinde barındıran, nice nice göz yaşlarına, dramlara sahne olmuş eserler de var. Birisinde insan, insan olmaktan nefret ediyor, diğerinde ise, insan, insanlık nev’i ile iftihar ediyor. Yani geçmişte kalmadan sen bugün nasıl bir insan olma yolculuğundasın sorgusu daha bir anlamlı geliyor.

Dün olduğu gibi bugün de devletlerin yöneticileri yönettiği insanları etkilemek için değişik metotlara baş vuruyorlar. Yalan söyleyerek, propaganda yaparak, büyük yapılar inşa ederek güç gösterisi yapabilmektedirler. Bu tamamen insan duyguları ile alakalı bir durumdur. Etkileme, güç gösterisi yapma gibi ve bunu değişik vesilelerle gösterme adımları hep atılagelmiştir.

Piramitlerin hemen girişinde dünyanın en büyük sfenksi bulunmaktadır. Bu aslan şeklindeki sfenksin piramitleri koruduğuna inanılmaktadır. Sfenks, kafası koç, kuş veya insan, gövdesi ise uzanan bir aslan biçimini alan heykel. İlk önce Antik Mısır’da rastlanan Sfenks, antik Yunan mitolojisinde büyük kültürel önem taşımıştır ve ismini buradan almıştır. Sfenkslerin en tanınmışı Büyük Gize Sfenksi’dir. Mısır sfenksi antik bir efsanevi yaratıktır. Gövdesi uzanan bir aslan ve kafası genellikle bir firavunun kafasının şeklini alır. Aslanlar güneş ile bağlantıları nedeniyle antik Mısırlılar tarafından kutsal hayvan sayılırlardı.

**

Artık camileri, medreseleri, eğitim yuvalarını görmek istiyoruz Amr ibnü’l- As Camisindeyiz. Amr, özellikle 640’ta Mısır’ın Müslümanlarca fethinde yaptığı önderlikle bilinen Arap ordu komutanıdır. Mısır’a başkentlik yapacak olan Fustat’ı (bugünkü Kahire) kurdu ve Afrika kıtasında ilk cami olan Amr bin El-Âs Camii’ni bu şehrin merkezinde inşa ettirdi.

Amr bin Âs Müslüman olmadan önce ticaretle uğraşmıştır. Yaptığı ticari seyahatler sırasında Habeşistan hükümdarı Necâşî ile dost olmuş, bundan dolayı Habeşistan’a giden Müslümanlara sığınma hakkı tanınmayıp iade edilmeleri için Kureyşliler adına elçi olarak Necâşî’ye gönderilmiştir, fakat Necâşî Amr’ın bu talebini reddetmiş ve Habeşistan’a hicret eden Müslümanlara sığınma hakkı vermiştir.

Uhud ve Hendek savaşlarında Kureyş ordusunun süvari birliklerini kumanda etti. Mekke’nin fethinden önce 629 yılında Müslümanlığı kabul etti. İslamiyet’i yaymak ve vergi toplamak üzere Umman’a gönderildi. Ebu Bekir döneminde Güneydoğu Filistin’i ele geçirdi. Yermük Muharebesi’ne katılan Amr bin el-Âs, Ömer döneminde Filistin’i kesin olarak Raşidun Halifeliği topraklarına kattı. Daha sonra 642 yılında İskenderiye’yi teslim alarak Mısır’ın ele geçirilmesini sağladı. Bu başarılarından dolayı “Mısır fatihi” unvanını alarak bu eyalete vali tayin edildi.

Kahire’de nereye dönsen tarihten bir altın sayfa içinde bulunan Sahabe ve büyük zatların yaptırdığı veya adına yaptırılan tarihi yapılarla karşılaşmak mümkün. Bu çok kıymetli, çünkü bir milletin tarihi, kimliği tanınmadan, bilinmeden gelecek inşası yapılamaz. Hazret-i peygamber ile birlikte yaşamış, savaşlara katılmış, onun verdiği vazifeyi ifa etmiş komutanlar, kahramanlar günümüz insanlarına da çok büyük mesajlar taşımaktadırlar. Amr İbnü’l- As da böyle kahraman İslam komutanlarından birisidir. Daha az bir zaman öncesinde İslam ile savaşırken, duyduklarından, yaşadıklarından akıl yürütüp hak ve hakikati görerek, İslamla müşerref olması, aklın nasıl doğru kullanılabileceğinin örneğidir.

**

Seyyidet Nefise

Zühd ve takvası, kerem ve cömertliği ile meşhûr hanım evliya, ismi, Nefîse binti Hasen olup, hazret-i Ali’nin dördüncü göbekten torunudur. Tâhire ve Kerîmet-üt-dâreyn lakabları vardır. 762 (H. 145) senesinde Mekke-i mükerremede doğdu. Annesi, Lübâne binti Abdullah bin Abbâs bin Abdülmuttalib’dir. 823 (H. 208)’de Kahire’de vefat etti. Seyyidet Nefîse, İmâm-ı Ca’fer-i Sâdık’ın oğlu İshak-ı Mu’temen (r. aleyh) ile evlendi. Bu evlilikten Kasım ve Ümmü Gülsüm isminde iki çocukları oldu.

Tefsîr, hadîs ve başka ilimlerde âlim idi. Büyüklüğünü herkes kabul ederdi. Ümmî olmasına rağmen çok hadîs-i şerîf öğrenmişti. Kur’ân-ı Kerîm’i ezbere bilirdi. Çok kerametleri görüldü. Otuz defa hacca gitti. Gündüzleri oruç tutar, geceleri ibâdetle geçirirdi ve üç günde bir yemek yerdi. Efendisinden ayrı hiçbir şey yemezdi.

Seyyidet Nefîse’nin, zamanından günümüze kadar Mısır’da bulunanlar ve bütün mü’minler için bereket olduğunu, islâm âlimleri haber vermişlerdir.

Seyyidet Nefise Cami’ne ve türbesine girdiğimizde yoğun bir ilgi olduğunu gördük. Burada Müslümanlar dua ediyor, Kur’an okuyorlardı. Biz de dualarımızı yaptık ve ziyaretimizi gerçekleştirmiş olduk.

**

İmam-ı Şafii Hazretleri türbesi ve Camii

Kahire’de şehir içi taşımacılığı özellikle bizim gibi turistler için daha çok taksi ve küçük üç tekerlekli motorlarla yapılıyor. Bunlarla da her seferinde ciddi pazarlıklar yapmak gerekiyor. Çünkü hiçbir yerin sabit, belirlenmiş bir fiyatı yok, olsa da kontrol diye bir şey yok. Bunun için herkes tutturabildiğine fiyat söylüyor ve pazarlık yapıyor.

İmam-ı Şafii Hazretlerinin Camisi ve türbesine de bu küçük üç tekerlekli motorlarla geldik. İki motor peş peşe bizim için farklı çocuklar için de oldukça zevkli oldu. Tabii bu motorları kullanırlarken de normal olmayan bir cesaret sergiliyorlar. Bizim endişelendiğimizi görünce de ‘innellahe maane’, Allah bizimle beraberdir diyorlar. Ama Allah’ın beraberliği kuralları tanımamayı beraberinde getirmemeli. Yine de ifade ettiğimiz gibi onlarca korna sesleri arasında bir güzel işler yürüyor ve neşeli bir şekilde sonuca ulaşıyorsunuz.

İmam-ı Şafii hazretlerinin türbesinde onları vesile yaparak Cenab-ı Hakk’a dualar ettik.

İmam-ı Şafii Camii ve türbesi bir mahalle arasında bulunuyor. Camiye giderken yol boyu sıralanmış evler büyük bir yorgunluk ve yıpranmışlık içerisinde. Evlerin dış yüzeylerine hiç önem verilmiyor. Pek çok binanın dış yapısı tuğlalarla sıva yapılmadan öylece bırakılmış. Bu da ister istemez iyi bir görüntü vermiyor.

—DEVAM EDECEK—

Okunma Sayısı: 4517
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı