Bediüzzaman Hazretlerinin güzel sözlerinden biri de şudur: “Karıncayı emirsiz, arıyı yasubsuz bırakmayan kudret-i ezeliye, elbette beşeri nebisiz bırakmaz!
“Yani; Cenab-ı Hak, yarattığı hayvanları bile başsız, başıboş bırakmıyor. Arıların başına arı beyini, karıncalara lider olarak da bir emir veriyor. Peki, nasıl olur da, varlıkların sultanı olarak yarattığı insanı başıboş, başsız bırakır, bu hiç mümkün müdür?
Elbette mümkün değildir. İşte, ondandır ki, daha ilk yarattığı insan olan Hz. Âdem’i (as), diğer insanlara, yol gösterici bir Peygamber olarak göndermiş, vazifelendirmiştir. Öyle ki; insanlar ne yapacağını, nasıl davranacağını, her şeyden önce kendilerini hâlk eden Rablerinin marziyatını, arzularını bilsin, ona göre davranıp, hareket etsin. Ve kıyamette mes’ul olarak cehenneme düşmesin.
Ve bu; en son Peygamber olan Hazreti Muhammed’e (asm) kadar devam etmiştir. İlk ve son peygamberin arasında birçok Peygamber gelmiştir. Ve genellikle de insanlar, ne zaman azgınlık, taşkınlık yapmışsa, peygamberler o zaman gelmiştir. Ve hepsi de, belli bir kavme gelmiş, o peygambere tâbi olan, onun getirdiği din ile amel eden kavme de, peygamberin adı ile hitab edilmiştir. Musa’ya (as) tâbi olanlara “Musevî,” İsa’ya (as) tâbi olan, uyanlara “İsevî” denildiği gibi. Ama belli bir kavme değil, sadece insanlara da değil; hem bütün kavimlere, bütün insanlara ve aynı zamanda cinlere de peygamber olarak, bir tek bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed (asm) gönderilmiştir. Zaten de dikkat ederseniz, onun dinine mensub kimseler, onun ismi ile söylenilmiyor. Yani, onun ümmetine “Muhammedî” denilmiyor, ”Müslüman” deniliyor. Yani kısaca “selâmete ermiş, selâmette bulunan insanlar ve cinler” demektir.
Ama tabiî, aslında geçmiş bütün peygamberlerin yolları ve dâvâları birdir. Aynı şeyleri söylüyorlar. Cenab-ı Hak, bunların bazılarına, tarafından va’z edilen, kitablar veya suhuflar, “sayfalar” da yollamıştır. Ve bizim inancımıza göre de, biz bunların hepsine inanmak, iman etmek mecburiyetindeyiz. “Musa (as), İsa (as) bizim peygamberimiz değildi!” desek,-hâşâ-o zaman imanın rüknünde eksiklik olmuş ve tam iman etmemiş sayılırız. Yani imanın altı şartından biri yerine gelmediğinden, Allah muhafaza vaziyet, bu bakımdan tehlikedir. Onun için; Musa (as) da, İsa (as) da bizim Peygamberlerimizdir! Nasıl ki, diğer geçmiş bütün peygamberlerin de bizim peygamberimiz olduğu gibi. Hepsine inanırız. Ama şeriatın sahibi Cenab-ı Hak, eskisinin hükmünü, yenisini ile değiştirmiştir. Yani basit bir misâl verecek olsak; Son model bir Mercedes varken, 1910 model Mercedes’e kimse binmez değil mi? Ancak o antika olmuştur. İşte onun gibi, en son din olan İslâmiyetin gelmesiyle de, diğer bütün dinlerin hükmü bitmiştir. Eski asırların insanları haydi cahil, vs. idi. Ama bu zamanın her türlü fen ve ilmiyle hemhâl olmuş insanı, hâlâ, nasıl geçmiş dinlerle amel ediyor anlamıyorum.
Bazı Avrupalı gençlerle bir şekilde münasebetimiz olmuştu. Bu mevzuu ile alâkalı olarak onlara; “Biliyor musunuz gençler, Eğer biz, İsa’ya (as) inanmazsak, Müslüman da olmuyoruz. Bizim imanımızın altı şartından biri de, diğer Peygamberlere inanmak, iman getirmektir. Sonra bakın, hiçbir Yahudi veya Hıristiyanın çocuklarına isim olarak ‘Muhammed’ koyduğunu gördünüz mü? Ancak o insanlar, Müslüman olursa “Muhammed” ismini koyuyorlar. Ama biz Müslümanlar, çocuklarımıza, “Musa” ismini de, “İsa” ismini de verdiğimiz gibi, diğer peygamberlerin ismini de koyuyoruz. Hatta Hz. İsa’nın annesi Hz. Meryem’in de ismini taşıyan kızlar, kadınlar var. Meselâ, biz beş kardeşiz. Benim dışımdaki erkek kardeşlerimin isimleri, geçmiş peygamberlerin isimleri, kız kardeşlerim de, peygamber hanımı ve annelerinin isimlerdir” demiştim de, çok şaşırmışlardı