Zaman, şiir gibi her bir mevcudat üzerinde aynı realitede farklı tesirler bırakarak sirküler ve katmanlı bir yapıda ilerliyor.
Her insan fizyolojik yapıtaşlarının zelzelevari imgesel olguları karşısında farklı bir hâlet-i ruhiye içinde kümülatif bilgi ve tecrübeleri ışığında bir dışavurum gerçekleştirme eylemini başarıyor. Binaenaleyh kümülatif bilgi ve tecrübelerin mevcut konjonktürde yetersiz kalışı hem toplumların birbirleri ile olan iletişimlerinde hem de toplum içi sorunların çözüm sürecinde bu eylem, bir başarı olmaktan ziyade bir kargaşaya yol açıyor. Bilgi akışının ve toplumsal algının bir elden yapılması, günümüz dünyasında sosyal medyanın hâkimiyeti ile insanlardaki duygusal boşluğun kısa süreli tatmini, hızlı ve âni ekspresyonların bariz bir medarı olarak karşımıza çıkıyor. Yetersiz iletişim teknik becerileri, empati kuramama olgusu, bireysellik ve hızlı tüketim ayrıca rafineleşmiş gıdaların gündelik hayat içerisinde revaç bulması, fizyolojik, mental ve ruhî bazı sıkıntıları da beraberinde getiriyor. Bu sıkıntıları gündelik bazda dışa vuramayan ahirzaman toplumundaki insan, giderek artan ve geri dönüşü her geçen an daha da zorlaşan bir çıkmazın içerine sürüklenip kaçınılmaz bir esarete mahkûm oluyor. Sonrasında hayat akışında görülen aksaklıklar ve kendi âlemine dönen insan bir serseri mayın suretini alıyor. Ve kümülatif ekspresyonizm. Yani birikmiş dışavurum...
Artık insanların neye güldüğüne neye sinirlendiğine neye üzüldüğüne bir anlam yükleyemiyoruz veya başka bir açıdan bakacak olursak neye gülebileceğine, sinirlenebileceğine... Basit olaylar karşısında zamanında dışa vurulamayan yoğun tepkiler bu zamanın bir modası artık ve başkasını düşünmeden yapılan ben merkezli hareketler...
Sosyal medyanın da gücüne sırtını yaslayan şu tecrübesiz geç kalanlar, işleri daha kaotik ve geniş kitleler hâlinde fiiliyata döküyor. Bu bazen bir takım, bazen bir parti, bazen din... İnsanın geceleri tavanı bakışları ile delemediği fikirler, kümülatif ekspresyon ile çok kalpleri delebiliyor ve her bir olgu kendisine yeni bir akım yeni müridler çıkarıyor. Üzücü olanı ise artık bu durum yadırganmıyor aksine toplumsal bazda dolaylı olarak destekleniyor.
Usul vusulden önce gelir demiş eski zaman âlimleri. Sanırım artık hiçbir şeyin usulünü bilmiyoruz. Konuşmanın, tartışmanın, susmanın... Eskiler kitaplarında veya konuşmalarının başlarında önce usulü gösterirler ve olgunun muhtevasını çizerlermiş ki yanlış anlaşılmalara sebebiyet vermesin. Hatta medreselerde önce talebelere usul-ü fıkıh, kelam, tefsir dersleri verilirmiş ki talebe bilgiyi nasıl, nerede, kime ve hangi makamda kullanacağını öğrensin. Biz de en azından şu dışavurumlarımızı bir usule oturtabilirsek çok daha birlikteliği yüksek bir hayat yaşayabiliriz gibi duruyor. İnşallah tez vakitte bireysel ve toplumsal bazda her işimizi usulü ile yapmaya...