"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

‘Hum zamiri’ ve Bediüzzaman’da hum zamirinin serencamı - 2

Samet DEMİR
10 Ağustos 2024, Cumartesi
Meclis-i Mebusan...

ARAŞTIRMA - Samet DEMİR

—Dünden devam—

Bediüzzaman dinin zaruri kısımları hususundaki hukuk kurallarını kimsenin değiştiremeyeceğini belirterek, mebusların bir anlamda  yetki alanlarını da belirtmiş oluyor. İslam dini hayatın kutsallığı, düşünceyi ifade özgürlüğü, seyahat hakkı, ailenin dokunulmazlığı, mesken masuniyeti, birinin hatasıyla başkalarının sorumluğu olmayacağı gibi bir dizi hakkın içeriğine dair, mebusların kanun yaparak bunları kaldırmak veya sınırlamak gibi yetkilerinin bulunmadığını bize söylemiş gibidir. 

Yukarıda alıntılanan Bediüzzaman’ın ifadesinden anlıyoruz ki; o, bu hususta Müslüman veya Gayrimüslim mebusların aynı sınırlara tabi olduğunu ve onların vazifelerinin bunları değiştirmek değil, korumak olduğunu söylemektedir. 

İlk Osmanlı Meclis-i Mebusan’ında 69 Müslüman mebusa karşılık 46 gayrimüslim mebus vardı. Bunların, o zamanki Osmanlı yönetimi altında bulunan Türk, Arap, Laz, Kürt, Ulah, Arnavut, Boşnak, Rum, Ermeni ve Bulgar gibi çeşitli etnik ve dini unsurlardan oluşması bakımından Meclisin çoğul bir yapı arz ettiğini söylememiz gerekir.  

Gayrimüslimlerin askerliği

Ayrıca gayrimüslimlerin askerliği söz konusu olduğunda Bediüzzaman yine genel olarak klasik ulemadan farklı bir noktada durmaktadır. 

Gayrimüslimlerin Osmanlı yönetiminde denizcilik gibi bazı istisnai durumlarda teknik eleman olarak çalışmalarının dışında askere alınmadıklarını biliyoruz. Ayrıca gayrimüslimlerin büyük bir çoğunluğu kendilerinin askere alınmamalarını kendilerine karşı bir ayrımcılık olarak görmekteydiler. 

Ama gayrimüslimin askere alınmasına karşı çıkanlar genelde, bunların aynı zamanda “Orduda subay olabileceklerini ve komutan olarak gayrimüslimlerin Müslümanlara emir verebileceklerini, bunun da kabul edilemez olduğunu” ileri sürüyorlardı. 

Buna karşı Bediüzzaman konuya ilişkin bir soruyu şöyle cevaplandırmıştı: 

“Sual - Gayr-ı müslimin askerliği nasıl caiz olur?

Cevap- Dört vecihle:

Evvela: Askerlik kavga içindir. Dünkü gün siz; o dehşetli ayı ile boğuştuğunuz vakit karılar, çingeneler, çocuklar, itler size yardım ettiklerinden size ayıp mı oldu?

Sâniyen: Peygamber aleyhissalâtü vesselâmın, Arap müşriklerinden muahid ve halîfleri vardı. Beraber kavgaya giderlerdi. Bunlar ise ehl-i kitaptır. Orduda toplu olmayıp müteferrik olduklarından, bizdeki ekseriyet ve kuvvet-i hissiyat, mazarrat-ı mütevehhimeye karşı set çeker.

Sâlisen: Düvel-i İslâmiyede velev nadiren olsun gayr-ı müslim, askerlikte istihdam olunmuştur. Yeniçeri Ocağı buna şahittir.”

1876 Anayasının ilan edildiği ve Meclisin oluşturulduğu Osmanlı toplumunda o tarihler itibariyle gayrimüslimler nüfusun yüzde kırkını oluşturmaktaydı. 

Hayatın sadece pratikleri açısından da düşünülecek olunursa, gayrimüslim milletvekilinin olmadığı bir mecliste meşveret, gayrimüslimlere ait sorunların sadece Müslümanlar tarafından tartışılması ve çözümlerin onlara söz hakkı verilmeden yerine getirilmesi şeklinde olacaktı. 

Gayrimüslimlerle eşitlik 

Böyle bir meclis yapısının siyasi temsil açısından olduğu kadar, hayatın pratik ihtiyaçlarının tartışılması açısından da son derece yetersiz olacağı açıktır. Ama gayrimüslimlere eşit olmayı bir türlü kabul etmek istemeyen Sünni çoğunluk böylesi eşitsiz bir fikri rahatlıkla savunabiliyorlardı. İşte tam bu noktada Bediüzzaman’ın, gezdiği coğrafyadaki insanlara, yönetimi; saat tamiri veya makineyi işletme metaforuyla ders vererek anlatmaya çalışması çok dikkate şayandır. 

Hum zamirine gayrimüslimlerin dahil edilmesine karşı çıkanlar, aynı zamanda Tanzimatla beraber gündeme gelen eşitlik düşüncesine de karşı çıkanlardı. Düne kadar haklar bakımından daha alt bir sınıfı oluşturanlar, nasıl olur da Müslümanlarla eşit olabilirlerdi. Yine tam bu noktada Bediüzzaman, siyaset tabiplerine teşhisi illete dair vazife ile mükellef gördüğü Münazarat adlı eserinde şöyle demektedir:

“Sual - Gayr-ı müslimlerle nasıl müsavi olacağız?

Cevap - Müsavat ise fazilet ve şerefte değildir, hukuktadır. Hukukta ise şah ve geda birdir. Acaba bir şeriat, karıncaya bilerek ayak basmayınız dese tazibinden men’etse; nasıl benî-Âdem’in hukukunu ihmal eder? Kellâ… Biz imtisal etmedik. Evet, İmam-ı Ali’nin (ra) âdi bir Yahudi ile muhakemesi ve medar-ı fahriniz olan Salahaddin-i Eyyübî’nin miskin bir Hristiyan ile mürafaası, sizin şu yanlışınızı tashih eder zannederim.”

19. asırda gündem gelen ve eşitlik temelinde bir vatandaşlık öngören kimi düzenlemelere karşı, Bediüzzaman’ın zimmilerle hukukta eşit olabiliriz şeklindeki görüşleri, özellikle Kürt coğrafyasındaki tarikat ve tarikat şeyhleri ile ulemanın itirazları dikkate alındığında bir nevi reform sayılabilecek özelliktedir. 

Bediüzzaman’ın Eski Said dönemi düşüncelerinin daha derinlikli olarak Yeni Said döneminde de devam ettiğini söyleyebiliriz. 

“...Çünkü mahlukat mâbûdiyetten uzaklık noktasında müsavi oldukları gibi, mahlukiyet nisbetinde de birdirler.” (Lem’alar, 17. Lem’a, 2. Nota)

Ötekini yok saymadan

Esasen; “biz” ile “ötekisi” arasında üstünlüğü akla getiren farklılıklar üzerinden ilişki kurulduğunda, devamlı sorunlarla boğuşmak mecburiyetinde kalacağız. Burada Bediüzzaman’ın görüşleri kritik bir öneme sahiptir. Bediüzzaman, çatışması muhtemel olan grupları daha üst bir kimlik etrafında bir araya getirmek sûretiyle çatışmaları önlemek istemektedir. 

O, “öteki”nin kaçınılmaz olduğu durumlarda, genellikle üstü örtülerek yok sayılan veya hiyerarşik ilişkiler içinde varlığı görünen kesimlerin üzerinde bulunan perdeleri kaldırmış ve bu kesimlerin de görünür ve fail olmalarına gayret göstermiştir diyebiliriz. 

Allah’ın yarattığı her mahlukun ve toplumun birleşik bütünde var olmaları ve görünür olmaları önemlidir. Tıpkı, Kariye camisindeki yekpare mozaiklerinde her bir çininin var olmasının bütünlük açısından zaruri olduğu gibi.

Ötekisi olmayan bir topluluk düşünmek, realite olarak mümkün görünmemektedir. Ancak önemli olan ötekinin olup olmamasından daha ziyade, öteki ile kurmuş olduğumuz ilişkinin adaletli ve hakkaniyetli olup olmadığıdır. Öteki ile çatışmayan ve dışlayıcı olmayan bir düzeninin oluşmasıdır. Bunun için de temel mesele hiçbir bakımdan üstünlük iddiası taşımamaktır. 

Bizler ve ötekiler 

Çok ilginçtir ki, ‘hum’ zamiri tartışmaları Türkiye Cumhuriyetinin 1. Meclisi oluşturulurken de yaşanmıştır. O tarihlerindeki tartışmalara da baktığımızda, yine ağırlıklı olarak öteki olarak kodlanan gayrimüslimlerin ‘hum’ zamirinin kapsama alanı dışına çıkartıldığını görürüz. 

Bütün tartışmalara rağmen, Osmanlı Meclis-i Mebusan’ında hatırı sayılır gayrimüslim mebus varken, İlk Meclis’te gayrimüslim milletvekili olmamıştır. 

İlk Meclisin, her türlü fikrin özgürce tartışıldığı, en sert eleştirilerin yapıldığı, ideolojik bir yapısı vardı. Ancak, gayrimüslimlerin ve kadınların olmadığını belirtmek gerekir. Kadınlar ve gayrimüslimler ancak 15 yıl sonra yer alabildiler. 

Gayrimüslimlerin meclise girmeleri için 1935 yılını beklemek gerekmiştir. 1935 yılında ilk defa iki Rum birer Ermeni ve Musevi olmak üzere 4 gayrimüslim vatandaş milletvekili olarak meclise girebildi. 

Osmanlının dağılıp Cumhuriyetin ulus devlet sürecindeki inşasında gayrimüslimlerin  hukuki, siyasi ve temsil bakımından durumlarının  Osmanlının Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerine nazaran daha kötü olduğunu teslim etmemiz gerekir. 

Gayrimüslimler nereye gitti?

Meşrutiyet ortamında Osmanlı nüfusunun yüzde kırkını gayrimüslimler oluşturuyordu. Balkanların elden çıkması sonrasında Birinci Dünya Savaşı sırasında yüzde 20’ye yakın gayrimüslim barındıran Osmanlı toplumunda bu oran savaş sonlarına doğru ciddi bir şekilde düşmüştür. 

1923 yılında Cumhuriyetin kurulması sonrası yapılan nüfus sayımına göre 13.5 milyon olan nüfus içerisinde, üçyüzelli bin civarında ve çoğunluğunu Ermeni, Rum, Yahudi ve Süryani olan bir gayrimüslim azınlık bulunmaktaydı. 

Bugün nüfusumuz aşağı yukarı altı kat artmışken; Osmanlı dönemini dikkate almasak bile gayrimüslimlerin iki milyon civarında olması gerekirdi. Bugün Türkiye’de gayrimüslim nüfusunun altmış bin olduğu tahmin edilmektedir. 

Azınlıklara davranış göstergesi...

Gayrimüslimlerin bu nüfus azalmasının sebepleri sadece ‘memleketi beğenmediler, onun için gittiler’ gibi ucuz anlatımlarla geçiştirilecek bir konu değildir. 

Eğer, gayrimüslimler ötekileştirilmeden, eşit yurttaşlık temelinde hakları tanınsaydı ve bir asır öncesinden Bediüzzaman’ın ‘hum’ zamirine getirdiği yorumlar dikkate alınarak siyasetler oluşturulsaydı durum farklı olabilirdi. Bugün belki de yüzde doksandokuzu Müslüman olmakla övündüğümüz boş kuruntular yerine, herkese hakkını vererek birlikte yaşamanın mümkün olduğunu gösterebileceğimiz örnek bir ortam olurdu. 

Evet Gandhi’nin dediği gibi “Bir toplumu azınlıklara davranış biçimlerine göre yargılayabilirsiniz.”

Ayrıca “Geçmişe bakmalıyız ki, ona geri dönmeyelim.”

— SON —

Okunma Sayısı: 2165
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Bilâl Tunç

    10.8.2024 11:34:45

    "Ayrıca gayrimüslimlerin askerliği söz konusu olduğunda Bediüzzaman yine genel olarak klasik ulamadan farklı bir noktada durmaktadır." Birileri buradaki "klasik ulama"yı biraz açsa da bizler gibi çağ gerisinde kalmışlar da istifâde etsek?..

  • A. Yılmaz

    10.8.2024 10:58:47

    Üstadımız bu düşünceleri ifade ederken gelenekten ayrılıp ortaya yepyeni bir şey koyuyor diyemeyiz. Belki bu görüşe uzak olan aşiretlere ilk defa bu görüşleri çok güzel bir şekilde izah etmiş diyebiliriz.

  • A. Yılmaz

    10.8.2024 10:54:24

    Mesele aslında Osmanlı toplumunda gayri müslimler ile beraber yaşayabilme meselesi değildir. Mesele gayri müslimlerin bir şekilde osmanlıdan kopmak istemesi meselesidir. İster milliyetçilik fikri olsun, isterse yabancı devletlerin ayartmaları olsun konu budur. Osmanlı devletinde saraylarda en muteber yerlerde gayri müslimler istihdam ediliyordu. Sosyal hayatta Müslüman ahali ile beraber yaşamaya devam ediyorlardı. Ticarette ve sanatta muteber bir mevkideydiler. Toplumsal statüleri iyiydi. Daha ziyade şehirlerde yaşadıkları için Üstadımız da zaten var olan bu durumu şehirli olmayan kürt aşiretlere izah ediyor. Yani üstadımız olmayan bir şeyi ortaya koymuyor. Geleneksel sünni anlayışı aşiretlere izah ediyor.

  • A. Yılmaz

    10.8.2024 10:48:22

    Ermenilerin yapmış olduğu katliam hiç gündeme getirilmiyor. Hatta olay tersine döndürülüp sanki Ermeniler katledilmiş gibi bir tez kabul ettirilmeye uğraşılıyor.

  • A. Yılmaz

    10.8.2024 10:45:47

    Gayri müslim nüfus bir yere gitmedi. Müslüman Türk isimleri alarak ülkede yaşamaya devam ediyorlar. Sorun gayri müslimlerle beraber yaşama meselesi değildi. Yasın yazarın konuyu daha derin yorumlamasını bekliyorum. Gayri müslim teba osmanlı dağılırken hami devletlerin ileri uç karakolu vazifesine soyundular. Ülkenin işgal edilen veya sevr de paylaşılan bölümlerine bakınca bu durum çok net görülüyor. Mesela güneyde Fransızları ülkeye davet eden ermeniler, fransızlar için uygun ortamın hazırlanmasına da çalışmışlardır. Üstad Bediüzzamanın Osmanlıyı dağılmaktan kurtarmak için ortaya koyduğu fikirleri mutlak olarak ele almamak gerekiyor. Dönemin içinde bulınduğu şartlar açısından da bakmak gerekiyor.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı