"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Tarihçi ne söyleyecek?

Samet DEMİR
10 Temmuz 2015, Cuma
Ülkemizde her yıl 24 Nisan geldiğinde 1915’te yaşanan Ermeni trajedisine ait çok şey söylenir. Bu yıl ise, 1915’in 100 yılı olması sebebiyle daha fazla şey söylendi.

Bu yıl acaba kim ne diyecek? Özellikle de Amerika Başkanının ne diyeceği nefesler tutularak merak edildi. Eğer bu yıl olduğu gibi Obama 1915’te Ermenilere yaşatılanlar için soykırım sözcüğü kullanmaz ise Türkiye’nin resmî makamları derin bir nefes alır ve yeni ‘24 Nisan’lara kadar sanki hiçbir şey olmamış gibi bekleme odasına alınır. 

Yüzüncü yıldönümü geride kalırken, Ermenilere yönelik katliâmların ele alınması biçiminde ve Türkiye’nin bu olayla yüzleşmesi hususunda herhangi bir değişikliğin olmadığı, tekrar görüldü. Ermeni meselesine yaklaşım bekleme odasına alınırken, iş her zaman ki gibi tarihçilere ve arşivlere havale edildi.

“Vakt-i Seferde İcraatı Hükümete Karşı Gelenler İçün Cihet-i Askeriyece İttihaz Olunacak Tedabir Hakkında Kanun-u Muvakkat“ kabulünün öncesi ve sonrasında neler oldu? Bu sorunun cevabının sadece tarihçilere bırakılması ve tarihçilerin araştırmalarından sonra ancak bu meselenin tartışılabileceği gibi bir iddia ile ortaya çıkmak doğru olmadığı gibi kayda değer bir anlamı da yoktur. İşi tarihçilere bırakalım diyen ve tarihçi olmayan birçok kimsenin (ve özellikle siyasetçinin) tarihçiler yerine karar verdiklerini de ayrıca not etmek gerekir.

Osmanlı coğrafyasında yaşayan hemen herkes son iki asırda yaşanan alt üst oluşlarda büyük acılar çekmişlerdir. Millet esasına dayanan, çok dinli, çok etnili bir imparatorluktan, bir ulus devlet inşa etme süreci büyük acıları beraberinde getirmiştir. Bu acıların büyük bir kısmı da ortak acılardır. Ermenilerin yaşadıkları da ortak acılardandır. Çünkü bu gün unuttuğumuz şey, bahsi geçen Ermenilerin Osmanlı vatandaşı oldukları, aynı şehirde komşular, aynı mahallede beraber oturanlar, Müslümanla beraber ticaret yapanlar, aynı tarlayı beraber sürenler, birbirlerinin taziyelerine gidenler gibi bir sürü ortak noktaları olduğudur.

Dolayısıyla tehcir sırasında ölen ve öldürülen Ermenilerin acılarının ortak bir acı olarak görülmesi son derece normal bir husustur. Bu Ermenilere yapılan haksızlığı anlamak anlamına gelir. 

Ancak, bu ortak acı büyük bir kesim tarafından Ermenilere zımnen şunu söylüyor: ‘Herkes acı çekmiş siz de size düşen acılarla baş başa kalın. Bu herc-ü merc içinde, sizin payınıza da tehcir düştü, bununla kanaat edin.’ Sanki, bir deprem veya sel felâketi olmuş, Ermenilerin evleri yıkılmışta buna itiraz ediyorlar ve gibi bir hava sezilmektedir. Ya da kimi kesimler tarafından 1915’te Ermenilerin kayıpları 1. Dünya savaşı kayıpları arasına yazılmak istenmektedir. Böylesi bir anlayış başkasına yapılan haksızlığı örtmek anlamına gelir. Ortada işlenmiş bir suç veya bu suçu işleyenler belli değilmiş gibi bir anlayıştır bu. Böyle bir söylemin ülkemizde daha çok ulusalcılar ile İslâmî kesim tarafından dillendiriliyor olması da üzerinde ayrıca düşünülmesi gereken bir husustur.

İşin tarihçilere bırakılmak istenmesinin arkasında 1915’te neler olduğunun bilinmediği gibi bir ön kabul var. Halbuki, bu hususta Türkiye’de yayınlanmış ciddî çalışmalar var ve elde yeteri kadar tarihî malzeme mevcuttur. Faraza elde hiçbir tarihî belge olmasa bile düz bir mantıkla bile düşündüğümüzde bu bölgenin yerleşik bir unsuru olan Ermenilerin neden bugün buralarda yaşamadıklarına dair bir soru ve bu soruya verilecek cevap yeterli olabilir. Sadece, Murat Bardakçı tarafından yayınlanan ‘Talat Paşa’nın Evrak-ı Metrukesi’ adlı kitaptaki belgeler ve özel yazışmalar bile tek başına bize fikir verebilir.

Şüphesiz bu, ‘konu, artık araştırılmasın!’ demek değildir ve tarihçilerin bu konuda söyleyecekleri hiçbir şeyi yoktur anlamına gelmez. Kaldı ki, tarihçi bir kimyager veya fizikçi gibi laboratuvarda deney yapıp deney sonuçlarını kesin olarak açıklayan kimse değildir. Tarih yeniden bir inşa faaliyetidir. Her yeniden inşa faaliyetinin de farkı olabileceği gözden ırak tutulmamalıdır.

Siyasetçiler yüzyıldır devam eden bir siyasal soruna ilişkin siyasal çözümler üretmek yerine işi tarihçilere atıp sorumluluktan kurtulmak istemektedirler. 1870 tarihli salnameye göre, Van’daki Müslüman nüfus, genel nüfusun ancak üçte biri idi. Ve aynı salnameye göre Urfa’da Ermeni nüfus genel nüfusa oranın üçte biri idi. Bunu düşündüğümüzde bu Osmanlı vatandaşı olan Ermenilerin, bugün nerede olduğu veya nereye gittiğini sormak insan olmamız sebebiyle öncelikli olarak bir vicdan meselesidir ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmamız sebebiyle bir ahlâk sorunudur. 1895 Sason olaylarıyla başlayıp 1915’te finale eren bir dizi olayla bir milyona yakın olduğu söylenen Osmanlı vatandaşı Ermeni’nin hayatına mal olmuş bir trajedinin elbette suçluları bizler değiliz. Ancak, yaşananlarla ilgili olarak ahlaken ve vicdanen sorumluluğumuz vardır.

Asırlardan beri birlikte yaşadığımız Ermenilerin tehcirinden sonra mal ve mülklerinin önce İttihat ve Terakki tarafından ve daha sonra Cumhuriyeti kuran kadrolar tarafından nasıl kanun, tüzük ve yönetmeliklerle el konulduğunu ve devlet eliyle bazı kesimlerin nasıl zenginleştirildiği üzerine neden konuşmak istemeyiz? Neden acaba Ermeni mallarına el koymayı “kitabına uydurma” işleminin bizim kitabımıza göre kritiğini yapmıyoruz? Ya da hadi 1915’deki Osmanlı coğrafyasında bulunan Ermeni nüfusundan vazgeçtik. Lozan Tutanaklarında geçen 170.000’i Anadolu’da ve 130.000’i ise İstanbul’da bulunan toplam 300.000 Ermeni azınlığın, o günkü nüfusa kıyas edildiğinde beş kat artıp bir milyon 500.000 olması gerekirken neden şu anda Ermeni azınlığın nüfusu 50.000 civarında? Kalanlar da export tehdidi altında kendilerini hissediyorlar. Ermeni  entellektüellerinin bir kısmı neden hâlâ soykırımın devam ettiğini iddia ediyorlar?

Ülkemizde temel sorun, tarihimizle yüzleşme cesaretini sadece 1915’e ilişkin değil, birçok konuda da gösteremememizden kaynaklanmaktadır. Ne 1915’i, ne Sarıkamış bozgununu, ne Dersim’i ne Varlık Vergisi gibi daha birçok konuyu, açık yüreklilikle konuşma cesaretini gösteremiyoruz.

Tarihe ilişkin herkesin üzerinde konuşabileceği ortak bir zemine ihtiyaç vardır. Bunun da ciddî bir düşünceyi açıklama hürriyeti ortamına ihtiyaç duyduğu izahtan varestedir. Her türlü düşüncenin tarihe ilişkin olarak kendini rahat ifade ettiği, tarihin tabu olmaktan çıkarıldığı ortak bir zemin meydana gelmeli, aksi taktirde, mitler, efsaneler ve politik söylemler bu boşluğu doldurmaya devam edecektir. Hayalin ve spekülasyonun hakikate karıştırılması, hakikate yapılan en büyük haksızlıktır. ‘Hakikî vukuatı kaydeden tarih’ eşliğinde, geçmişle yüzleşmezsek, geçmiş bizimle beraber yürümeye devam edecektir. Tarihe ancak, geçmişte olup biteni anlama ve kulak vererek bir daha aynı hataları tekrarlamamak amacıyla başvurulursa bir anlam kazanır. Aksi taktirde tarihe başvururken, mevcut iddiamızı ispatlamak için bazı olayları seçip bazılarını göz ardı etmek tarihi yağmalamaktır.          

Aklımızı devre dışı bıraksak bile, vicdanımızı devre dışı bırakamayız. Biz geçmişle yüzleşmedikten sonra vicdanımız, bizi rahatsız etmeye devam edecektir. Vicdani sorumluluk bir tarafa, geçmişle hesaplaşmamanın dünyevî maliyetlerinin de çok ağır olduğunu görmenin zamanı çoktan geldi.

Okunma Sayısı: 2484
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı