Berberdeyiz. Ortak muhabbet gündemdeki çocuk cinayetleri hakkında.
Biri şöyle söylüyor:
-Türkiye’de adalet yok. Asacaksın böylelerini bak bir daha oluyor mu? Sen hukukçusun, ne dersin Hocam?
Cevabımızı sizinle de paylaşalım ve hakemimiz olun:
Vahşice işlenen çocuk cinayetleri ve benzeri infiale sebep olan suçlar, halka, idam cezasının geri gelmesi gerektiğini söyletiyor.
“Söyletiyor” diyoruz zira bu gibi konuların ısrarla ve günlerce gündemde tutulmasının arka planında, birilerinin bu türden gizli hedeflerinin de var olduğunu ve sosyal yapının bu tür taleplere hazırlandığını düşünüyoruz.
Türkiye idam cezasını Avrupa Birliği sürecinde kaldırdı.
İdam cezasının yeniden geri gelmesi ise Türkiye’yi AB sürecinden, ortak Avrupa idealinden ve insan haklarından ve hukuktan uzaklaştırır. Amatörler ligine düşürür.
Birilerinin de istediği tam olarak budur: İnsan haklarına riayet endişesi olmadan keyfince yönetebilmek.
Aslında, bir müminin, belli suçlar için idam cezasına, Kur’an’ın açık hükmüne rağmen ve ilkesel olarak karşı çıkması kolay bir şey değil.
Ancak idamın şartları konusu hem fıkıhta ve hem de pratik durumlar sebebiyle oldukça tartışılır.
Bu tartışma o alanın uzmanlarının konusu. Biz pratik durumlar üzerinden bir değerlendirme yapabiliriz.
İdam cezasının kanunlarımızda var olduğu eski dönemlerde de yargıda bütün aşamalar tamamlandıktan sonra infaz için Türkiye Büyük Millet Meclisinin idam cezasını onaylaması gerekiyordu. Aksi halde ceza fiilen müebbet hapis cezasına dönüyordu.
Yani hemen yargılama ve hemen asma işi, ancak, cinnet halindeki vahşi Batıda olan ve kovboy filmlerinde görülen bir şeydi.
Ancak toplumların cinnet haline sokulması hiç de zor değil.
Eğer bizde de bu ceza olsaydı, mesela 15 Temmuz’un ardından gelen o sıcak günlerde TBMM dahi kolaylıkla manipüle edilerek –hatta KHK ile(!)- bu cezanın uygulanması sağlanabilirdi.
Olmaz olmaz demeyin: Anayasa Mahkemesinin, somut suçu olmayan kendi iki üyesini teröristlikle suçlayıp cezalandırmak için “çalıştırıldığı” bir adalet sisteminden söz ediyoruz. O bile olmuşsa bu haydi haydi olurdu.
Bütün bunları bildiğimiz için berberdeki sohbette şunu sorduk:
-Tanıdığınız “…öcü”ler içinde darbeye karışmış olmayanlar da vardır, bunlar hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce bu kişilere “terörist” denilebilir mi?
Verilen cevapları tahmin edebilirsiniz.
Ardından şunu sorduk:
15 Temmuz’dan sonraki o sıcak günlerde “hainler mezarlığı” gibi ebedi utanç kaynağı saçmalıkları bile icat edebilen bir kamu düzenini ve algı yönetimini kuranlar, idam cezası yürürlükte olsa idi bugün sizin de masum dediğiniz o kişilerden kaçının “terör örgütü yöneticisi” olduğu gerekçesiyle asılmasını sağlardı?
Bu sorumuza verilen cevapların özeti şu:
“Evet, gerçekten, iyi ki idam cezası kaldırılmış.”
Şimdi gelelim asıl meseleye:
Türkiye’de adalete güven yerlerde. Yargı iyi işlemiyor ve bunu herkes biliyor. Ama bunun tek anlamı suçluların cezasız kalması değil. O bir sonuç.
Bu ve benzeri sonuçların asıl sebebi ise yargıdaki usul problemleri. Yani yargılama usulünün ve delillendirme sisteminin iyi işlememesi.
Adaletin asıl meselesi cezaların yetersizliği değil. Asıl mesele yargılama mekanizmasının iyi ve adil işlememesi. Dolayısıyla asıl hata, doğru ve iyi işlemeyen bir yargılama sürecinden adil sonuç çıkacağını ummak.
Adalet Bakanlığının sayısız yargı paketi bile özünde bunu söylüyor.