Son yazımızda hukuk devletinden kanun devletine gerilediğimizi yazdık.
Yaşananlar bizi mahcup etti. Meğer öyle değilmiş.
Doğrusu şöyleymiş. Biz kanun devleti bile değilmişiz, doğrudan “eyle dümdük” keyif devletiymişiz.
Delice keyfimiz de buradan geliyormuş. Zira kimin keyfi neyi isterse o oluyormuş. Bunu da gördük ve anlamış olduk!
Zira aynı günlerde pek güzide hükümetimizin ve çok kıymetli Cumhurbaşkanımızın Filistin konusundaki hikmetli tutumunu anlamaya çalışmak ve anlayamamışsa susup oturmak yerine hikmet-i hükümeti bilmeden ve düşmana alet olarak protesto eden bazı “vatan hainleri” hemen tutuklandı ve derhal cezalandırıldı.
Zira Emniyetimiz de Müslüman görünen o protestanların “belirli bir organizasyon dahilinde ve iştirak halinde hareket ederek bir araya geldikleri”ni ve böylece işledikleri “protesto etme” suçunun cezasını kat kat hak ettiklerini anlamış ve gereğini de yapmış oldu.
Muhterem Erdoğan’ın “Yavrum, siyonistlerin, burada, dili ağzı olma” diyerek ikaz etmesinden sonra suç için başka delil aramaya gerek yoktu ve yoktur ve yok ve olmayacak.
***
Adliye dediğin böyle olur: Derhal yargı, derhal karar, derhal infaz. Adalet gecikirse adalet değildir ki!
Bu kararlar ibret-i âlem oldu ve muhalefet etme riski olan başkaları da böylece dersini almış oldu.
Hem muhalefet etmenin meşru olduğunu kim söylemiş ki. Meşru olan iktidardır. Muhalefet neden meşru olsun ki. İktidarın meşru olmak için muhalefete neden ihtiyacı olsun ki. Hele dindarların muhalefetine…
Bilhassa olağanüstü günler içindeyken, milli birlik ve beraberliğe tam da en çok ihtiyacımız varken, “beni seven arkamdan gelsin, karşımda duran hapse girsin” diyerek cihad ilan edip bayrak açan liderimizin arkasında durmak varken, “liderimizin karşısında durma suçu”nu işleyen ve üstelik bunu siyaset için ve organize olarak yapan hainlere elbette geçit verilmemeliydi.
Zaten ceza adaletinin amacı da caydırıcılık değil midir? Çıkıntılıktan caymışlardır ve araziye uymuşlardır herhalde.
***
Gerçi bilinen kanunlarımızda “liderimizin karşısında durma suçu” diye bir suç yok ama bizim keyfimiz öyle isterse ya “var” deriz ya da var ederiz.
“Organize protesto” suçu da kanunlarımızda yazılı değil ama olsun, olmasa da oldururuz, olmadı uydururuz.
Önemli olan milli birlik ve beraberliktir. Liderimizin etrafında kenetlenmektir. O nereye dönerse oraya dönmektir. (Gerçi o geriye dönünce arkasındakiler karşısına geçmiş oluyor ama o da onların kusuru. Yoksa liderde püsür kusur…, haşa haşa!)
Önemli olan, ona “dönek” demeye kalkanın haddini bildirip ağzının payını vermektir (Bahçeli hariç).
***
Hakikat bitti komediye başlayalım(!):
Bazılarının zannettiğinin aksine keyfiyet ile keyfilik farklı iki şeydir.
Keyfiyet kalitedir. Bir devletin kalitesi kanun devleti olmakla yetinmeyip hukuk devleti olmasındadır.
Keyfilik ise keyifle ilgilidir. Keyfine göreliktir.
Bir savcı, isimsiz bir ihbar ya da emniyet amirinin emri üzerine kanunlarda suç sayılmayan bir eylemi sebebiyle bir kişiyi şüpheli yapar ve “bu delil yeter, tutukla” diyerek hâkimin önüne atarsa keyfiliktir.
Bir hâkim bir şüpheliyi “savcı şüphelendiğine göre vardır bir hikmeti” diyerek tutuklarsa bu da keyfiliktir.
Bir başka hâkim tutukluluğa itirazı değerlendirirken “başıma iş açmayayım, bu adam muhalif, iktidarı kızdırmaya gerek yok, içeride yatsın, yesin içsin, keyfine baksın” derse bu da bir keyfiliktir.
Zira gün gelir o savcıya da o hâkime de birileri “gel şimdi de sen içerinin keyfine bak bakalım” der. Demiştir de netekim… (Bkz. “ETÖ/FETÖ/GETÖ/TETÖ” hikayeleri…)