Risale-i Nur, öyle bir tefsirdir ki defalarca okunmasına rağmen asla usandırmaz ve okundukça sanki ilk defa okuyormuşuz gibi kendisini şevkle okutturur.
Lâkin onca sene okumama ve Nur derslerine iştirak etmeme rağmen bu iman hakikatlerini dem ve damarlarıma işleyebilmiş değilim. Çünkü hâlâ tam mânâsıyla nefsimi terbiye edebilmiş ve dizginlerini elime alabilmiş değilim.
Evet, akıllardaki şüphelerin giderildiği, kalplerdeki vesveselerin izale edildiği, şeytanın dahi susturulduğu, siyasî-içtimâî her türlü meselenin hâlledildiği hakikatleri barındıran Risale-i Nur’u okumama rağmen nedir bu hâlim? Neden hâlâ nefsimi ve hissiyatımı terbiye edemiyorum? Neden tövbe etmeme rağmen aynı günahları bir daha işleyebiliyorum?
Kendimi Nur Talebesi olarak görüyorsam eğer bu sualleri kendi vicdanımda sorgulamam lazım diye düşünüyorum. Zira Nur Talebesi olmak öyle kolay değil. Sadece okumam yetmiyor. Okuduğum hakikatleri yaşamam gerekiyor değil mi?
İşte asıl mesele de burada başlıyor. Çünkü nefsim, şeytandan aldığı dersle beni her an kötülüğe sevk ediyor. Geçici ve âkıbeti elemli olan anlık zevklerin peşinden koşmamı istiyor. Nefsim bu yüzden defaatle okuduğum hâlde Risale-i Nur’daki hakikatleri anlamıyor yahut anlamak istemiyor olabilir mi?
Peki, anlamak istemiyorsa eğer nefsime nasıl söz geçirteceğim? Hangi yüzle kendime Nur Talebesi diyeceğim? Hâlbuki Nur Talebesi demek, Nurlardaki hakikatleri aklen ve kalben tasdik etmek, nefsini terbiye etmek demek değil midir? Nur Talebesi demek günahlardan ve haramlardan çekinip takvalı olmak değil midir?
Zira Bediüzzaman Hazretleri, “Risale-i Nur şakirdlerinin bu zamanda en mühim vazifeleri, tahribata ve günahlara karşı takvayı esas tutup davranmak gerektir.” buyurmaktadır.
O vakit mefhum-u muhalif olarak bu vazifeyi yerine getirmeyen ve takvayı esas tutup davranmayan Nurun hakikî bir şakirdi olabilir mi? Aman Ya Rabbi! Yoksa ben hâlâ Nurun Şakirdi olamamış mıyım?
Evet, her türlü fitnenin kol gezdiği, açıklık saçıklığın her tarafta yayıldığı, türlü türlü günahların ve haramların işlendiği şu âhirzamanda nefsime hâkim olmak öyle kolay mı? Bu zaman öyle acib bir zaman ki şu fânî dünya hayatını, ebedî uhrevî hayata bilerek tercih ettiriyor. Bu zaman öyle dehşetli ki Peygamber Efendimiz (asm), “Fitne-i âhirzaman o kadar dehşetlidir ki, kimse nefsine hâkim olmaz.” buyurmuş.
Fark ettiniz mi? Peygamberimiz (asm) “Kimse nefsine hâkim olamaz” dememiş, “olmaz” demiş. Yani günaha, harama girmeyen kimse kalmayacak! Bir başka hadis-i şerifte ise, “İnsanın bütün kaygısı midesi olacak, şerefi mal, kıblesi kadın, dini para olacak.” buyurmuştur. Peygamber Efendimiz (asm) böylece, âhirzamandaki fitnelerin ne kadar dehşetli olduğuna dikkat çekmiştir.
Aman Allah’ım! Bu nasıl bir zamandır böyle! İşte bu yüzden bütün ümmet emr-i Peygamberî (asm) ile şu âhirzamanın fitnesinden istiaze edip Cenab-ı Hakk’a sığınıyor.
Böyle bir zamanda nefsimi terbiye etmek çok zor. Lâkin yine de ümitsizliğe düşmemeliyim. Zira Cenab-ı Hak: “Ey kendi aleyhlerine olarak günahta haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah [dilerse] bütün günahları bağışlar; doğrusu O çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.” ferman ederek, günahlarımız ne kadar çok olsa da affedeceğini bizlere müjdelemiştir.
Bir fermanı da şöyledir: “Ey iman edenler, nasuh tövbe ile tövbe edin ki Allah da sizin kabahatlerinizi affetsin ve altlarından ırmaklar akan Cennetlerine koysun.” Ayrıca, “Ey Mü’minler! Hepiniz toptan Allah’a tövbe ediniz ki, felâha eresiniz.” fermanını da bu meyanda hatırlamalıyız.
Bediüzzaman Hazretleri, “Günah işlemek imansızlıktan gelmiyor, belki his ve heves ve vehmin galebeleriyle akıl ve kalbin mağlûbiyetinden ileri geliyor.” buyurarak günah işlemenin imansızlıktan gelmediğini ifade etmiştir.
İşte bu yüzden nefsimin ve hissiyatımın mahiyetini bilmem büyük önem arz ediyor. Peki, nefis ve hissiyat nedir? İsterseniz bu konuya başka bir yazımızda değinelim inşaallah.