Cenâb-ı Hakk’a iman etmiş her insanın bu dünyada illa ki bir sıkıntısı vardır. Küçük olsun büyük olsun hepimiz bir musibete giriftar olmuşuzdur.
Bazen öyle şeyler yaşıyoruz ki “Nedir bu başımıza gelenler?” gibi isyanvari cümleler dahi sarf edebiliyoruz. Peki, bu sıkıntılara nasıl tahammül edeceğiz? Başımıza bir musibet geldiğinde nasıl davranacağız?
Öncelikle bu dünyanın imtihan yeri olduğunun bilinciyle hareket etmeli ve olaylara bu nazarla bakmalıyız. Çünkü bizler ehl-i imanız. Sadece iman etmekle kendi hâlimize bırakıldığımızı düşünürsek yanılırız. Zira Cenâb-ı Hak Enbiya sûresinde “İnsanlar hiç imtihan edilmeden sadece kendi hâllerine bırakılıvereceklerini mi sandılar?” buyurmaktadır.
Evet, bu dünya sahipsiz ve hâmisiz olmadığı gibi bizler de mâliksiz ve başıboş değiliz. Bizler, O Mâlikin hem mülküyüz hem de memlûküyüz. Bu yüzden mülk sahibi olan Allah, bize giydirdiği bu vücud libasında her an istediği gibi tasarruf edebilir.
İster hasta eder, ister sakat eder, isterse başka bir musibete giriftar eder. Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle “Cenâb-ı Hak, insana giydirdiği vücud libasını san’atına mazhar ediyor. İnsanı bir model yapmış, o vücud libasını o model üstünde keser, biçer, tebdil eder, tağyir eder; muhtelif esmâsının cilvesini gösterir.” Hiç kimse bu tasarrufa müdahale edemez.
Bize düşen her hâl ve şartta Cenâb-ı Hakk’a teslim olmak ve tevekkül etmektir. Hem Cenâb-ı Hak bize sabır gibi çok kıymetli bir kuvvet vermiş. Başımıza gelen musibet ne olursa olsun sabır kuvvetine dayanmamız gerekir. Bu kuvveti boş yere sarf etmediğimiz müddetçe en büyük bir nokta-i istinadımız olacaktır inşâallah.
Sakın aklımıza “Nasıl oluyor da sonsuz rahmet sahibi olan Allah bizlere musibet gönderiyor?” gibi bir sual gelmesin. Cenâb-ı Hak asla zulmetmez. Zalim ve cahil olan ancak insanlardır. İnsan önce kendine bakmalı ve “Acaba hangi hatam yüzünden kader bu musibete fetva verdi?” diye nefsî muhasebesini yapmalıdır.
Evet, bizler Allah’ın mülkü olduğumuz gibi sevdiğimiz ve perişaniyetinden müteessir olduğumuz ve ıslah edemediğimiz şu kâinat dahi Cenâb-ı Hakk’ın mülküdür. Mülkü sahibine teslim etmek lazım. “Dünyanın ahvali ne olacak?” diye dertlenmeyelim. Cefasını değil sefasını çekelim. Çünkü O, her şeye kadirdir. İlmi, iradesi ve kudreti her tarafı ihata etmiştir. Dehşet aldığımız zamanlarda ise “Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler.” diyelim.
Peki, diğer Müslüman kardeşlerimizin başlarına bir musibet geldiğinde ne yapacağız? Gözümüz önünde zulüm gören ve her gün öldürülen Gazzeli kardeşlerimize nasıl üzülmeyelim ve hâllerine ağlamayalım?
Evet, ağlayacağız ve şefkat edeceğiz ama şefkatimizi asla Cenâb-ı Hakk’ın şefkatinin önüne koymayacağız. Çünkü onların imtihanı da o şekilde. Evet, orada yaşananlar büyük bir zulüm lâkin o zulme izin verenin Allah olduğunu unutmayalım. Bu zulümler elbet birgün son bulacaktır. Çünkü Allah, imhal eder ama asla ihmal etmez.
Elhâsıl: Hayat musibetlerle, hastalıklarla tasaffi eder, kemal bulur ve terakki eder. Hem şu dâr-ı dünya, meydan-ı imtihandır ve dâr-ı hizmettir. Lezzet, ücret ve mükâfat yeri değildir. Hastalıklar ve musibetler, dinî olmamak ve sabretmek şartıyla her bir saati bir gün ibadet hükmüne getirdiğinden şekva değil şükretmek gerektir.