defadan ziyade, resmen, “Ne ile yafl›yor?” diye mahallî
hükûmetlerden sormufllar.
“Sonra,
en zay›f bir damar-› insaniye olun flan ü fleref
ve rütbe
noktas›nda, bana çok elîm bir tarzda, o zay›f da-
mar›m› tutmak için emredilmifl. ‹hanetler, tahkirler, da-
mara dokunduracak iflkenceler yapt›lar hiçbir fleye mu-
vaffak olamad›lar. Ve kat’iyen anlad›lar ki, onlar›n peres-
tifl etti¤i dünyan›n flanüflerefini bir riyakârl›k ve zararl› bir
hodfüruflluk biliyoruz, onlar›n fevkalâde ehemmiyet ver-
dikleri hubb-i cah ve flan ü fleref-i dünyeviyeye befl para
ehemmiyet vermiyoruz; belki onlar›, bu cihetle divane
biliyoruz.
“Sonra
bizim hizmetimiz itibar›yla bizde zay›f damar
say›lan, fakat hakikat noktas›nda herkesin makbulü ve
her flah›s onu kazanmaya müfltak olan manevî makam
sahibi olmak ve velâyet mertebelerinde terakki etmek ve
o nimet-i ‹lâhiyeyi kendinde bilmektir ki, insanlara men-
faatten baflka hiçbir zarar› yok. Fakat, böyle benlik ve
enaniyet ve menfaatperestlik ve nefsini kurtarmak hissi
galebe çald›¤› bir zamanda, elbette s›rr-› ihlâsa ve hiçbir
fleye âlet olmamaya bina edilen hizmet-i imaniye, flahsî
makam-› maneviyeyi aramamak iktiza ediyor. Harekât›n-
da onlar› istememek ve düflünmemek lâz›md›r ki, hakikî
ihlâs›n s›rr› bozulmas›n
. ‹flte bunun içindir ki, herkesin
arad›¤› keflf ü keramat› ve kemalât-› ruhiyeyi Nur hizme-
tinin haricinde aramad›¤›m›, zaif damarlar›m› tutmaya
çal›flanlar anlad›lar. Bu noktada dahi ma¤lûp oldular.”
TAR‹HÇE-‹ HAYATI
| 787
E
M‹RDA/
H
AYATI
keflf-i keramat:
keflif ve kera-
metler.
ma¤lûp:
yenilme, kendisine galip
gelinmifl.
mahallî:
yerel.
makam:
yer, mevki.
makam-› maneviye:
manevî
makam.
makbul:
kabul edilmifl olan, iste-
nilen.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
menfaat:
fayda.
menfaatperest:
menfaatini se-
ven, kendi ç›kar›n› ve faydas›n›
düflünen, ç›karc›.
müfltak:
arzulu, fazla istekli, iflti-
yak gösteren.
muvaffak:
baflarm›fl, baflar›l›.
nefis:
kötü vas›flar› kendisinde
toplayan hay›rl› ifllerden al›koyan
güç.
nimet-i ‹lâhîye:
Allah’›n nimeti,
lütfu, ihsan›.
perestifl:
tapma, afl›r› derecede
sevme, meftunluk.
resmen:
resmî olarak, resmî bir
flekilde.
riyakâr:
riya eden, iki yüzlü, sah-
tekâr.
flahsî:
flahsa, kifliye ait, hususî.
flan ü fleref:
flan ve fleref.
flan ü fleref-i dünyeviye:
dünya-
n›n flan ve flerefi , dünyada elde
edilen flöhret ve fleref.
s›r:
gizli hakikat.
s›rr-› ihlâs:
ihlâs s›rr›, samimiyet
ve do¤rulu¤un s›rr›.
tahkir:
hakaret etme, küçük gör-
me, fleref ve haysiyetini incitme.
tarz:
biçim, flekil.
terakki:
yükselme, ilerleme.
velâyet:
velîlik, ermifllik, Allah
dostlu¤u.
ziyade:
fazla, fazlas›yla
bina:
kurma, dayand›rma.
cihet:
yön.
damar-› insanî:
insan damar›.
divane:
deli, akl› bafl›nda ol-
mayan.
ehemmiyet:
önem, de¤er,
k›ymet.
elîm:
fliddetli, çok dert ve ke-
der veren.
enaniyet:
kendini be¤enme,
bencillik, egoistlik.
fevkalâde:
ola¤anüstü.
galebe:
galip gelme, üstün-
lük.
hakikat:
gerçek.
hakikî:
gerçek.
harekât:
hareketler, davra-
n›fllar.
hariç:
bir fleyin d›fl›, d›flar›s›,
d›flta kalan.
hizmet-i imaniye:
iman ve
Kur’ân hakikatlerinin ikna
edici ve ilmî delillerle anlafl›l-
mas›na hizmet etme.
hodfürufl:
kendini be¤endir-
meye çal›flan, övünen.
hubb-i cah:
makam sevgisi,
rütbe ve mevki sevgisi ve
bunlara karfl› gösterilen afl›r›
h›rs.
ihanet:
hainlik, kötülük etme.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli
baflka bir karfl›l›k beklemek-
sizin, s›rf Allah r›zas› için yap-
ma.
iktiza:
gerektirme, lüzumlu
k›lma.
kat’iyen:
kat’î olarak, kesin
olarak, kesinlikle.
kemalât-› ruhiye:
ruha ait
mükemmellikler, ruhen ke-
male ermeler, olgunlaflmalar.