Tarihçe-i Hayat - page 783

Bu hakikat için, hem bu zamanda enaniyet ziyade
hükmetti¤i için, haddimden çok ziyade olan hüsnüzanla-
r› kendime alm›yorum. Ve ben, kardefllerim gibi, kendi
nefsime hüsnüzan etmiyorum. Hem, kardefllerimin bu
bîçare kardefllerine verdi¤i makam-› uhrevî, hakikî, dinî
makam ise,
Mektubat’
ta ‹kinci Mektubun ahirindeki ka-
ideye göre, “fiahs›ma verdikleri manevî hediye olan ke-
malât›, e¤er —hâfl◠ben kendimi öyle bilsem, olma-
mas›na delildir; kendimi öyle bilmesem, onlar›n o hedi-
yesini kabul etmemek lâz›m geliyor.” Hem, kendini ma-
kam sahibi bilmek cihetinde enaniyet müdahale edebilir.
Bir fley daha kald› ki; dünya cihetinde, “Hakaik-› ima-
niyenin neflrindeki vazifedar, makam sahibi olsa, daha
iyi tesir eder” denilebilir. Bunda da iki manî var:
•
Bi r i s i :
Faraza velâyet olsa da; bilerek, isteyerek
makam yapmak tarz›nda, velâyetin mahiyetindeki ihlâs
ve mahviyete münafidir. Nübüvvetin vereseleri olan Sa-
habeler gibi izhar ve dava edemezler; onlara k›yas edil-
mez.
•
‹k i n c i Mân i :
Pek çok cihetlerle çürütülebilir
ve fânî ve cüz’î ve muvakkat ve kusurlu bir flah›s sahip
olsa, Nurlara ve hakaik-› imaniyenin fütuhat›na zarar ge-
lir. Fakat bir nokta var ki, mucib-i flükrand›r. Ehl-i siya-
setteki düflmanlar›m, mezkûr hakikatleri bilmedikleri
için, flerefli, izzetli Eski Said’i düflünüp, mütemadiyen
Nurlar bedeline benim flahs›ma ihanet ve tenk›s etmekle
meflgul oluyorlar, baz› mutaass›p enaniyetli hocalar› da
TAR‹HÇE-‹ HAYATI
| 783
E
M‹RDA/
H
AYATI
mahiyet:
bir fleyin asl›, esas›, ta-
biat›, niteli¤i.
mahviyet:
alçak gönüllülük, ken-
dini de¤ersiz gösterme.
makam:
yer, mevki.
makam-› uhrevî:
ahirete ait ma-
kam.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
mâni:
engel.
Mâni:
engel.
mezkûr:
zikredilen, ad› geçen,
an›lan.
mucib-i flükran:
flükür ve teflek-
kür etmeyi icap ettiren.
müdahale:
kar›flma.
münafi:
z›t, ayk›r›.
mutaass›p:
bir fleyi savunmada
afl›r›l›k gösteren ve inat eden; di-
nî meselelerde körü körüne bir
fikre ba¤l› olan ve baflka bir fikri
kabullenemeyen.
mütemadiyen:
sürekli olarak,
devaml›.
muvakkat:
geçici.
nefis:
kendi, flah›s.
neflir:
herkese duyurma, yayma,
tamim.
Nübüvvet:
nebîlik, peygamber-
lik, Allah elçili¤i.
Sahabe:
Peygamberimiz Hz. Mu-
hammed’in mübarek yüzünü
görmekle flereflenen ve onun
sohbetlerine kat›lan mü’min kim-
se.
fleref:
manevî büyüklük, yücelik,
onur.
tenkis:
noksanlaflt›rma, kusurlu
hale getirme.
tesir:
etki.
vazifedar:
vazifeli.
velâyet:
velîlik, ermifllik, Allah
dostlu¤u.
verese:
vârisler, mirasç›lar, miras
alanlar.
ziyade:
fazla, fazlas›yla
ahir:
son.
bedel:
karfl›l›k.
bîçare:
çaresiz, zavall›.
cihet:
yön.
cüz’î:
küçük, az.
dava:
iddia.
delil:
bir davay› ispata yara-
yan fley, bürhan.
Ehl-i siyaset:
ülkenin idare-
siyle meflgul olanlar, siyaset
adamlar›, politikac›lar.
enaniyet:
kendini be¤enme,
bencillik, egoistlik.
fânî:
muvakkat, geçici.
Faraza:
farz edelim ki, öyle
sayal›m ki, söz gelifli.
fütuhat:
zaferler, fetihler, ga-
libiyetler.
hakaik-› imaniye:
imana ait
hakikatler, imanî gerçekler.
hakikat:
gerçek, esas.
hakikî:
gerçek.
hâflâ:
asla, kat’iyen, öyle de-
¤il, Allah göstermesin.
hükmetme:
hakîm olma, ifl-
leme.
hüsn-i zan:
iyi fikirde bulu-
nup, iyi olaca¤›n› düflünmek.
ihanet:
hainlik, kötülük etme.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli
baflka bir karfl›l›k beklemek-
sizin, s›rf Allah r›zas› için yap-
ma.
izhar:
ortaya koyma, a盤a ç›-
karma, gösterme.
izzetli:
fleref ve itibar sahibi.
kaide:
kural, esas, düstur.
kemalât:
kemaller, olgunluk-
lar, mükemmellikler.
k›yas:
karfl›laflt›rma, bir fleyi
baflka bir fleye benzeterek
hüküm verme.
1...,773,774,775,776,777,778,779,780,781,782 784,785,786,787,788,789,790,791,792,793,...1390
Powered by FlippingBook