Madem, zemmetmemek ve tekfir etmemekte bir
emr-i flerî yok, fakat zemde ve tekfirde hükm-i flerî var;
zem ve tekfir, e¤er haksz olsa büyük zarar var, e¤er
hakl ise hiç hayr ve sevap yok. Çünkü tekfire ve zem-
me müstahak hadsizdirler.
Fakat zemmetmemek, tekfir etmemekte hiçbir
hükm-i flerî yok, hiç zarar da yok. flte bu hakikat için-
dir ki; ehl-i hakikat, baflta Eimme-i Erbaa ve Ehl-i Beytin
Eimme-i snâ Afler olarak Ehl-i Sünnetin, mezkûr haki-
kate müstenit olan kanun-i kudsiyeyi kendilerine rehber
edip, slâmlar içinde o eski zaman fitnelerinden medar-
bahis ve münakafla etmeyi caiz görmemifller, Menfaat-
siz, zarar var demifller.
Hem, o harplerde çok ehemmiyetli Sahabeler, naslsa
iki tarafta da bulunmufllar. O fitneleri bahsetmekte o ha-
kikî Sahabelere, Talha (r.a.), Zübeyir (r.a.) gibi Aflere-i
Mübeflflereye dahi tarafgirâne bir inkâr, bir itiraz kalbe
gelir. Hata varsa da tevbe ihtimali kuvvetlidir. O eski za-
mana gidip lüzumsuz, zararl, fleriat emretmeden o ah-
valleri tetkik etmekten ise, flimdi bu zamanda, bilfiil slâ-
miyete dehfletli darbeleri vuran ve binler lânete, nefrete
müstahak olanlara ehemmiyet vermemek gibi bir hâlet,
mümin ve müdekkik bir zatn vazife-i kudsiyesine muva-
fk gelemez.
Hatta Sabri ile küçücük münakaflanz, hem Risale-i
Nura, hakaik- imaniyenin intiflarna ehemmiyetli bir
zarar verdi¤ini senden saklamam. Ayn vakitte burada
TARHÇE- HAYATI
| 767
E
MRDA/
H
AYATI
hadsiz:
snrsz, sonsuz.
hakaik- imaniye:
imana ait ha-
kikatler, imanî gerçekler.
hakikat:
gerçek, esas.
hakikî:
gerçek.
hâlet:
hâl, durum.
harp:
savafl.
hükm-i flerî:
Kurân- Kerîme ve
din-i slâma uygun kanun ile veri-
len karar, fleriatn hükmü.
ihtimal:
olabilirlik.
inkâr:
reddetme, inanmama, ka-
bul ve tasdik etmeme.
intiflar:
yaylma, yaygnlaflma,
neflrolunma.
itiraz:
kabul etmedi¤ini belirtip
karfl çkma.
kanun- kudsiye:
kudsî kanun.
lânet:
beddua, ilenç.
Madem:
...den dolay, böyle ise.
Menfaat:
fayda.
mezkûr:
zikredilen, ad geçen,
anlan.
müdekkik:
tetkik eden, incele-
yen, inceden inceye arafltran.
mümin:
iman eden, inanan.
münakafla:
tartflma.
müstahak:
hak eden, hak etmifl.
müstenit:
istinat eden, dayanan.
muvafk:
uygun, münasip.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursînin eserlerinin
ad.
Sahabe:
Peygamberimiz Hz. Mu-
hammedin mübarek yüzünü
görmekle flereflenen ve onun
sohbetlerine katlan mümin kim-
se.
fleriat:
Allah tarafndan peygam-
ber vastasyla bildirilen, lâhî
emir ve yasaklara dayanan hü-
kümlerin hepsi.
tarafgirâne:
taraf tutarcasna, bir
taraf destekleyerek.
tekfir:
birini küfürle suçlama, bir
kimseyi yapt¤ bir iflten veya bir
sözden dolay kâfir sayma.
tetkik:
dikkatle arafltrma, incele-
me.
tövbe:
Allahtan af dileme.
vazife-i kudsiye:
mukaddes vazi-
fe, kutsal vazife.
zat:
kifli, flahs.
zem:
yerme, knama, ayplama.
ahval:
hâller, durumlar.
Aflere-i Mübeflflere:
Cennetle
müjdelenen on Sahabî. (Hz.
Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Os-
man, Hz. Ali, Hz. Abdurrah-
man bin Avf, Hz. Übeyde bin
Cerrah, Hz. Said Bin Zeyd, Hz.
Saad bin Ebi Vakkas, Hz.
Ubeydullah bin Talha, Hz. Zü-
beyr ibnül-Avvam.).
bahis:
konu.
bilfiil:
bizzat kendi çalflmas
ile, kendi yaparak.
caiz:
mümkün, olur, olabilir.
dehfletli:
ürkütücü, korkunç.
ehemmiyet:
önem, de¤er,
kymet.
ehemmiyetli:
önemli.
Ehl-i Beyt:
bir zatn soyundan
gelme ve onun neslinden ol-
ma.
ehl-i hakikat:
hakikati arzu-
layanlar, gerçe¤i bulup onun
peflinden gidenler; Allah ada-
m.
Ehl-i Sünnet:
slam ilk gün-
kü safiyetiyle kabul ederek
dinden olmayan fleyleri karfl-
trmayp, Hz. Peygamberin
sünnetinden ve yolundan ay-
rlmayanlar.
Eimme-i Erbaa:
mam Azam
Ebu Hanife, mam fiafiî, mam
Malik, mam Ahmed bin Han-
bel.
eimme-i isnaafler:
on iki
imam.
emr-i flerî:
fleriatn emri, dinî
hukukun emri, meflru olan
emir, ifl.
fitne:
karflklk, bozgunculuk,
azgnlk.