lânet caizdir demifl. Fakat, Lânet vaciptir dememifl,
Hayrdr ve sevab vardr dememifl. Çünkü, hem
Kurân, hem Peygamberi, hem bütün Sahabelerin kud-
sî sohbetlerini inkâr eden hadsizdir. fiimdi onlardan mey-
danda gezenler çoktur. fieran, bir adam, hiç melunlar
hatra getirmeyip lânet etmese, hiçbir zarar yok. Çün-
kü, zem ve lânet ise, medih ve muhabbet gibi de¤il. On-
lar, amel-i salihte dahil olamaz. E¤er zarar varsa, daha
fena.
flte, flimdi gizli münafklar, Vehhabilik damaryla en zi-
yade slâmiyeti ve hakikat-i Kurâniyeyi muhafazaya me-
mur ve mükellef olan bir ksm hocalar elde edip, ehl-i
hakikati Alevîlikle ittiham etmekle birbiri aleyhinde isti-
mal ederek dehfletli bir darbeyi slâmiyete vurmaya çal-
flanlar meydanda geziyorlar. Sen de bir parçasn mektu-
bunda yazyorsun. Hatta sen de biliyorsun; benim ve Ri-
sale-i Nurun aleyhinde istimal edilen en tesirli vastay
hocalardan bulmufllar.
fiimdi Haremeyn-i fierifeyne hükmeden Vehhabiler ve
meflhur, dehfletli dâhîlerden bnüt-Teymiye ve bnül-
Kayym-i Cevzînin pek acip ve cazibedar eserleri stan-
bulda çoktan beri hocalarn eline geçmesiyle, hususan
evliyalar aleyhinde ve bir derece bidalara müsaadekâr
meflreplerini kendilerine perde yapmak isteyen, bidala-
ra bulaflmfl bir ksm hocalar, sizin muhabbet-i Âl-i Beyt-
ten gelen ve flimdi izhar lâzm olmayan içtihadnz vesi-
le ederek, hem sana, hem Nur fiakirtlerine darbe vura-
bilirler.
acip:
tuhaf, hayrette brakan.
Alevi:
Hz. Aliye ba¤llk noktasn-
da birleflen çeflitli dinî ve siyasî
gruplar için kullanlan tabir.
aleyh:
ona karfl, onun üzerine.
amel-i salih:
Allah rzasna uygun
hayrl ifl, dine uygun hareket,
davranfl.
bida:
dinin aslna uymayan âdet
ve uygulamalar..
caiz:
mümkün, olur, olabilir.
cazibedar:
çekici, cazibeli.
dâhî:
son derece zeki, anlayfll,
deha sahibi.
dâhil:
girme, içinde olma.
dehfletli:
ürkütücü, korkunç.
ehl-i hakikat:
hakikati arzula-
yanlar, gerçe¤i bulup onun peflin-
den gidenler; Allah adam.
evliya:
velîler, Allah dostlar.
hadsiz:
snrsz, sonsuz.
hakikat- Kurâniye:
Kurânn
hakikati, Kurânn ifade etti¤i ger-
çek.
Haremeyn-i fierifeyn:
iki mukad-
des flehir, Mekke-i Mükerreme ve
Medine-i Münevvere.
hükmetme:
hakîm olma, emri al-
tnda tutmak.
hususan:
bilhassa, özellikle.
içtihat:
din âlimlerinin flerî esas-
lar dâhilinde Kurân ve sünnete
uygun flekilde bir konuda fikir or-
taya koymalar, hüküm vermele-
ri.
inkâr:
reddetme, inanmama, ka-
bul ve tasdik etmeme.
istimal:
kullanma.
ittiham:
suç altnda bulunma,
töhmetli olma.
izhar:
gösterme, aç¤a vurma.
kudsî:
mukaddes, yüce.
lânet:
beddua, ilenç.
766 |
BEDÜZZAMAN SAD NURSÎ
E
MRDA/
H
AYATI
medih:
övmek.
melun:
lânetlenmifl, kötülen-
mifl.
meflrep:
gidifl, hareket tarz,
tavr, tutum, meslek.
muhabbet:
sevgi, sevme.
muhabbet-i Âl-i Beyt:
Âlî
Beyt sevgisi, Peygamberimi-
zin ailesi ve neslinden gelen-
lere gösterilen sevgi.
muhafaza:
koruma.
mükellef:
sorumlu ve yü-
kümlü olan.
münafk:
nifak sokan, arabo-
zucu; kalbinde küfrü gizledi¤i
hâlde Müslüman görünen.
müsaadekâr:
zorluk çkarma-
yan, hoflgörü sahibi, uysal
davranan.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursînin
eserlerinin ad.
Sahabe:
Peygamberimiz Hz.
Muhammedin mübarek yü-
zünü görmekle flereflenen ve
onun sohbetlerine katlan
mümin kimse.
flakirt:
talebe, ö¤renci.
fieran:
fleriata göre, fleriat
bakmndan, fleriatça.
vacip:
zorunlu.
vasta:
arac.
Vehhabî:
Muhammed bin
Abdülvehhab tarafndan ge-
çen asrda Arabistanda mey-
dana getirilen slamî baz me-
selelerde ifrat eden ve Arap
milliyetçili¤i yapan mezhep.
vesile:
arac, vasta.
zem:
yerme, knama, aypla-
ma.
ziyade:
fazla, fazlasyla