dünyevî musibetlerin sonlar ekseriyetle ferahl ve hayrl
oluyor; ve madem biz hakkalyakîn derecesinde yakînî bir
katî kanaatmz var ki,
biz öyle bir hakikate hayatmz
vakfetmifliz ki, güneflten daha parlak ve Cennet gibi gü-
zel ve saadet-i ebediye gibi flirindir
; elbette biz bu sknt-
l hâller ile müftehirâne, müteflekkirâne bir mücahede-i
maneviye yapyoruz, diye flekva etmemek lâzmdr.
Aziz kardefllerim,
Evvel ahir tavsiyemiz,
tesanüdünüzü muhafaza; enani-
yet, benlik, rekabetten tahaffuz ve itidal-i dem ve ihtiyat-
tr.
Said Nursî
ì@Ġ
Aziz, sddk kardefllerim,
Bu müdde-i umumun iddianamesinden anlaflld ki;
hükûmetin baz erkânn i¤fal edip aleyhimize sevk eden
gizli zndklarn plânlar, akim kalp yalan çkt. fiimdi,
bahane olarak cemiyetçilik ve komitecilik isnadyla ya-
lanlarn setre çalflyorlar. Ve bunun bir eseri olarak, be-
nimle kimseyi temas ettirmiyorlar. Güya, temas eden,
birden bizden olur. Hatta, büyük memurlar da çok çeki-
niyorlar ve bana sknt verdirmekle kendilerini âmirleri-
ne sevdiriyorlar.
Said Nursî
ì@Ġ
ahir:
en son, en sondaki.
akim:
neticesiz, sonu yok, baflar-
sz.
amir:
büyük memur, memurun
üstü.
aziz:
muhterem, saygn.
bahane:
yalandan özür, asl sebe-
bi gizlemek için ileri sürülen uy-
durma sebep.
benlik:
nefsi önde tutma, enani-
yet, kibir, gurur.
cemiyetçilik:
cemiyet taraftarl¤,
particilik, grupçuluk.
dünyevî:
dünyaya ait, dünya ile
ilgili.
ekseriyetle:
daha ziyadesiyle,
çoklukla, ço¤unlukla.
elbette:
kesinlikle, mutlaka, flüp-
hesiz.
enaniyet:
kendini be¤enme,
bencillik, egoistlik.
erkân:
reisler, ileri gelenler.
evvel:
önce, ilk, birinci, iptida,
bafllangç.
güya:
sanki, sözde.
hakikat:
gerçek, asl, esas.
hakkalyakin:
marifet mertebesi-
nin en yükse¤i.
hatta:
manaya kuvvet vermek
için "üstelik, fazla olarak, bundan
baflka, kadar, bile, dahi, hem
de..." manalarnda, cümle baflla-
rnda kullanlan edattr.
hükümet:
devlet, yönetim.
iddianame:
iddia yazs, savcnn
bir dava konusundaki iddialarn
toplamfl oldu¤u, isnat etti¤i suç
ve delilleri de içine alan yazs.
i¤fal:
yanltma, gaflete düflürerek
kandrma, yanlfl ifl yaptrma, al-
datma, aldatlma.
ihtiyat:
ileriyi düflünme, ilerisini
düflünerek davranma, gelece¤i
düflünerek tedbirli hareket etme.
isnâd:
dayanma, dayandrma.
itidal-i dem:
so¤ukkanllk.
kanaat:
görüfl, fikir.
kat'î:
kesip atan, flüpheye ve te-
reddüde mahal brakmayan, ke-
sin, flüphesiz.
komite:
kötü bir maksat için top-
lanmfl gizli cemiyet, topluluk.
madem:
çünkü, için, de¤il mi ki,
...den dolay, böyle ise, hele.
muhafaza:
koruma, saklama, hf-
zetme.
662 |
BEDÜZZAMAN SAD NURSÎ
D
ENZL
H
AYATI
musibet:
felâket, belâ, ans-
zn gelen belâ, dert, sknt.
mücahede-i maneviye:
ma-
nevî olarak yaplan cihat.
müdde-i umum:
savc.
müftehirane:
iftiharla, iftihar
ederek, övünerek, gururlu bir
flekilde.
müteflekkirâne:
müteflekkir
olarak, teflekkürle, iyilik bilir-
likle, iyili¤e karfl nazik davra-
nflla.
rekabet:
ayn amac güden
kimseler arasndaki çekiflme,
yarflma, yarfl.
saadet-i ebediye:
zevalsiz,
sonu olmayan mutluluk, son-
suz mutluluk.
setr:
örtme, kapanma, gizle-
me.
sevk:
yönlendirme.
sddk:
çok do¤ru, çok dürüst.
flekva:
flikâyet, yaknma, hofl-
nutsuzluk, memnuniyetsizlik.
tahaffuz:
korunma, saknma.
tavsiye:
ö¤ütleme.
temas:
görüflme, bir arada
bulunma.
tesanüt:
dayanflma, birbirine
dayanma, birbirinden destek
alma, omuzdafllk.
vakf:
bir mal veya mülkü sa-
tlmamak Allah'a ait bir mülk
olmak flartyla bir hayr ifline
ba¤fllayp ba¤lama.
yakînî:
yakîne ait, yakînle il-
gili, kat'î, flüphe edilmeyecek
bilgiye ait, onunla ilgili.
zndk:
Allah'a ve ahirete
inanmayan, Allah' inkâr
eden, imansz, münkir.