Risale-i Nura ve flakirtlerine, hem mahpuslar, hem aha-
lisi, belki hem memurlar ve adliyesi muhtaç olmalardr.
Buna binaen, biz bir vazife-i imaniye ve uhreviye ile bu
skntl imtihana girdik. Evet, yirmi otuzdan ancak bir
ikisi tadil-i erkân ile namazn klan mahpuslar içinde, bir-
den Risale-i Nur flakirtlerinden krk ellisi umumen bilâis-
tisna, mükemmel namazlarn klmalar, lisan- hâl ve fiil
diliyle öyle bir ders ve irflattr ki, bu sknt ve zahmeti hi-
çe indirir, belki sevdirir. Ve flakirtler, efalleriyle bu dersi
verdikleri gibi, kalplerindeki kuvvetli tahkiki imanlaryla
dahi buradaki ehl-i iman ehl-i dalâletin evham ve flübe-
hatndan kurtarmalarna medar çelikten bir kala hükmü-
ne geçece¤ini rahmet ve inayet-i lâhiyeden ümit ediyo-
ruz.
Buradaki ehl-i dünyann bizi konuflmaktan ve temas-
tan menleri zarar vermiyor. Lisan- hâl, lisan- kalden
daha kuvvetli ve tesirli konufluyor. Madem hapse girmek
terbiye içindir; milleti seviyorlar ise, mahpuslar Risale-i
Nur flakirtleriyle görüfltürsünler. Tâ bir ayda, belki bir
günde, bir seneden ziyade terbiye alsnlar; hem millete
ve vatana, hem kendi istikballerine ve ahiretine menfa-
atli birer insan olsunlar. Gençlik Rehberi bulunsa idi, çok
faydas olurdu; inflaallah, bir zaman girer.
Said Nursî
ì@Ġ
adliye:
mahkeme, yarglama iflle-
riyle u¤raflan daire.
ahali:
halk.
ahiret:
dünya hayatndan sonra
bafllayp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
belki:
hatta.
bilâistisna:
istisnasz, ayrt et-
meksizin.
binaen:
den dolay, -den ötürü, -
için, -dayanarak, yaplarak, bu se-
bepten.
ef'al:
fiiller, ifller, ameller.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli.
ehl-i dünya:
dünyaya ba¤l, dün-
ya adam, ahireti düflünmeyen.
ehl-i iman:
inananlar, iman sa-
hipleri, slâm dinini kabul edenler.
evham:
vehimler, zanlar, kuflku-
lar, esassz fleyler, kuruntular.
fiil:
ifl, olufl, davranfl, hareket.
hükmüne:
yerine.
iman:
inanma, inanç, itikat, tas-
dik.
imtihan:
Allah'n sknt, hastalk,
fakirlik gibi çeflitli flekillerde kulla-
rn denemesi.
inayet-i lâhiye:
Allah'n yardm.
inflaallah:
Allah izin verirse.
irflat:
do¤ru yolu gösterme, do¤ru
yola yöneltme, gafletten uyandr-
ma, uyarma.
istikbal:
gelecek, gelecek zaman,
ati.
kal'a:
kale.
lisan- hâl:
hâl dili, bir fleyin duru-
flu ve görünüflü ile bir mana ifade
etmesi.
lisan- kal:
söz ile anlatlan mana,
konuflma dili.
madem:
çünkü, için, de¤il mi ki,
...den dolay, böyle ise, hele.
mahpus:
hapsedilmifl olan, mev-
kuf.
656 |
BEDÜZZAMAN SAD NURSÎ
D
ENZL
H
AYATI
medar:
dayanak noktas, se-
bep, vesile.
men:
yasak etme, durdurma,
mâni olma, brakmama, bir
fleyi diri¤ etme, bir fleyin ya-
plmasn engelleme, esirge-
me, vermeme, önleme.
menfaatli:
faydal.
muhtâc:
ihtiyac olan, kendi-
sine bir fley lâzm olan, ihti-
yaç içinde bulunan, bir eksi¤i
olup onu tamamlamak iste-
yen.
mükemmel:
kemale erdiril-
mifl, kemal bulmufl, kâmil, ta-
mamlanmfl, noksansz, tam,
eksiksiz.
rahmet:
Allah'n kullarn esir-
gemesi, onlara acyp ba¤flla-
mas, onlara maddî ve mane-
vî nimetler vermesi, onlarn
günahlarn silmesi.
flakirt:
talebe, ö¤renci.
flübehat:
flüpheler.
tadil-i erkân:
düzgün yapma.
tahkikî:
tahkikle alâkal, tah-
kike ait, arafltrma, inceleme
ile ilgili,.
terbiye:
iyi ahlâkl olmak
üzere yetifltirme.
tesirli:
etkili.
umumen:
umumî olarak, bü-
tün, hep, herkese oldu¤u gibi.
ümit:
umut, umma, ümit.
vazife-i imaniye ve uhrevi-
ye:
iman ve ahiretle ilgili vazi-
fe.
zahmet:
sknt, eziyet, me-
flakkat.
zarar:
ziyan, kayp, eksiklik.
ziyade:
çok, fazla, artk.