bulunmamasdr. Hiçbir fikrin ve tedbirin haddi midir ki,
bu harika vaziyeti versin? Bir tek adamn, birkaç senede-
ki mahrem esrar meydana çksa, elbette onu mesul ve
mahcup edecek yirmi madde bulunacak. Madem hakikat
budur; ya diyeceksiniz ki, Pek harika ve ma¤lûp olmaz
bir deha bu ifli çeviriyor. Veya diyeceksiniz: Gayet ina-
yetkârâne bir hfz- lâhîdir. Elbette böyle bir deha ile
mübareze etmek hatadr, millete ve vatana büyük bir za-
rardr; ve böyle bir hfz- lâhî ve inayet-i Rabbaniyeye
karfl gelmek, firavunâne bir temerrüttür.
E¤er deseniz
: Seni serbest braksak ve tarassut ve
nezaret etmesek, derslerinle ve gizli esrarnla hayat- iç-
timaiyemizi bulandrabilirsin.
Ben de derim
: Benim derslerim, bilâistisna bütünü
hükûmetin ve adliyenin eline geçmifl; bir gün cezay mu-
cip bir madde bulunmamfl. Krk-elli bin nüsha Risale, o
derslerden milletin ellerinde dikkat ve merakla gezdi¤i
hâlde, menfaatten baflka hiçbir zarar hiçbir kimseye ol-
mad¤, hem eski mahkemenin, hem yeni mahkemenin
mucib-i mesuliyet bir madde bulamamalar cihetiyle, ye-
nisi ittifakla beraatimize ve eskisi, dünyaca bir büyü¤ün
hatr için yüz otuz risaleden befl on kelime bahane edip,
yalnz kanaat-i vicdaniye ile yüz yirmi mevkuf kardeflle-
rimden yalnz on befl adama altflar ay ceza verebilmesi
katî bir hüccettir ki, bana ve Risale-i Nura iliflmeniz ma-
nasz bir tevehhümle çirkin bir zulümdür. Hem, daha ye-
ni dersim yok ve bir srrm gizli kalmad ki, nezaretle ta-
diline çalflsanz.
adliye:
mahkeme, yarglama iflle-
riyle u¤raflan daire.
bahane:
yalandan özür, asl sebe-
bi gizlemek için ileri sürülen uy-
durma sebep.
beraat:
aklanma.
bilâistisna:
istisnasz, ayrt et-
meksizin.
cihet:
sebep, vesile, mucip, baha-
ne.
deha:
ola¤anüstü zekâ sahibi
kimse.
elbette:
kesinlikle, mutlaka, flüp-
hesiz.
esrar:
srlar, gizlenilen ve bilin-
meyen fleyler, akln eremeyece¤i
fleyler.
fikir:
düflünce.
firavunane:
firavunca, dinsizce,
alçakça.
gayet:
çok, fazla, son derece.
had:
yetki.
hakikat:
gerçek, asl, esas.
hârika:
ola¤anüstü vasflar tafl-
yan ve hayranlk hissi uyandran.
hata:
yanlfl, yanlfllk, galat.
hatr:
gönül, kalp, his.
hayat- içtimaiye:
sosyal hayat,
cemiyet hayat, toplum hayat.
hfz- lâhî:
Allah'n korumas.
hüccet:
delil, ispat, burhan.
hükümet:
devlet.
inayet-i Rabbanîye:
Allah'n ina-
yeti.
inayetkârâne:
lütuf ve himayede
bulunana yakflr surette, yardm
edene yakflr flekilde.
ittifak:
fikir birli¤i, söz birli¤i.
kanaat- vicdaniye:
vicdanî ka-
naat, vicdana ait fikir.
kat'î:
kesip atan, flüpheye ve te-
reddüde mahal brakmayan, ke-
sin, flüphesiz.
madem:
çünkü, için, de¤il mi ki,
...den dolay, böyle ise, hele.
642 |
BEDÜZZAMAN SAD NURSÎ
D
ENZL
H
AYATI
ma¤lup:
yenilmifl, kendisine
galip gelinmifl, yenilen kimse.
mahcup:
utanan, utanmfl,
utangaç.
mahrem:
gizli olan, herkese
söylenmeyen, gizli sr vasf
olan.
manasz:
anlamsz.
menfaat:
fayda, kâr, gelir, ih-
tiyaç karfll¤ olan fley.
mes'ul:
yapt¤ ifllerden he-
sap vermeye mecbur olan,
sorumlu.
mevkuf:
tevkif edilmifl, tutul-
mufl, zanl olarak hapsedilmifl,
tutuklu.
mucib-i mes'uliyet:
mesuli-
yet gerektirici, sorumluluk
gerektiren.
mucip:
icap eden, uyan, gere-
ken, gerektiren.
mübareze:
kavga, dövüflme,
vuruflma, çatflma.
nezaret:
gözalt.
nüsha:
bir kitaptan veya ya-
zl bir fleyden çkarlan suret.
serbest:
tutuklu veya ba¤m-
l olmayan, kaytsz, hür.
tadil:
do¤rultma, do¤rulama,
düzeltme, denklefltirme.
tarassut:
gözetme, gözleme,
gözle takip etme, dikkatle
bakma.
tedbir:
idare etme, çekip çe-
virme.
temerrüt:
inat etme, karfl
koyma, hakk kabulde diren-
me, inatçlk, dikbaflllk.
tevehhüm
:
vehimlenme, ku-
runtuya kaplma.
zulüm:
hakszlk, eziyet, cefa,
iflkence.