‹flte Risale-i Nur, amel-i salih noktas›nda, iman canibin-
den, herkesin bafl›nda her vakit bir manevî yasakç›y› bu-
lundurur. Cehennem hapsini ve gazab-› ‹lâhîyi hat›r›na
getirmekle fenal›ktan kolayca kurtar›r.”
Hem, makam-› iddia bir risalenin güzel ve fevkalâde
kerametkârane bir tevafukunun imza edilmesiyle “bir ce-
miyet efrad›” diye manas›z bir emare beyan etmifl. Aca-
ba esnaflar›n ve hanc›lar›n defterlerinde bulunan bu ne-
vi imzalara cemiyet ünvan› verilir mi? Eskiflehir’de ayn›
böyle bir vehim oldu. Cevap verdi¤im ve Mu’cizat-› Ah-
mediye Risalesini gösterdi¤im zaman taaccüple karfl›la-
d›lar. E¤er mabeynimizde dünyevî bir cemiyet olsayd›, bu
derece benim yüzümden zarar görenler, elbette kemal-i
nefretle benden kaçacak idiler. Demek nas›l ben ve biz,
‹mam-› Gazalî ile irtibat›m›z var, kopmuyor; çünkü uhre-
vîdir, dünyaya bakm›yor. Aynen öyle de, bu masum ve
sâfî ve halis dindarlar, benim gibi bir bîçareye iman ders-
lerinin hat›r› için bir kuvvetli alâka göstermifller. Ondan
bu as›ls›z, mevhum bir cemiyet-i siyasiye vehmini ver-
mifl. Son sözüm:
1
o
?«/
c
n
ƒr
dG n
ºr
©p
f n
h *G Én
æ`o
Ñ°r
ùn
M
Mevkuf
haps-i münferitte
Said Nursî
@ò„@
alâka:
ilgi, sevgi.
amel-i salih:
Allah r›zas›na uygun
hay›rl› ifl, dine uygun hareket,
davran›fl.
aynen:
bir fleyin asl› veya kendisi
olarak, t›pk› t›pk›s›na, hiç de¤ifl-
meden, oldu¤u gibi.
beyan:
anlatma, aç›k söyleme,
bildirme, izah.
bîçare:
çaresiz, zavall›, flaflk›n.
canip:
yan, yön, cihet, taraf.
cemiyet:
topluluk, birlik.
cemiyet-i siyasiye:
siyasî cemi-
yet, siyasî teflkilât, siyasî amaçlar-
la kurulmufl cemiyet, örgüt.
dindar:
dinî kaidelere hakk›yla ri-
ayet eden, dininin emirlerini yeri-
ne getiren, mütedeyyin.
dünyevî:
dünyaya ait, dünya ile
ilgili.
efrat:
fertler, tek olanlar, birler.
elbette:
kesinlikle, mutlaka, flüp-
hesiz.
emare:
alâmet, niflan, eser, ipucu,
belirti, karine.
esnaf:
bir sanatla veya dükkânc›-
l›kla geçinen (kimse.
fenal›k:
kötülük.
fevkalâde:
çok güzel, çok iyi, çok
üstün.
gazab-› ‹lâhî:
Allah'›n gazab›, ‹lâhî
gazap.
halis:
her amelini, yaln›z Allah r›-
zas› için iflleyen.
haps-i münferit:
tek bafl›na olan
hapis.
hat›r:
zihin, fikir, haf›za.
iman:
inanma, inanç, itikat, tas-
dik.
irtibat:
ba¤lant›, münasebet.
kemal-i nefret:
nefretin son de-
recesi, tam nefret.
kerametkârane:
kerametli bir
flekilde, keramet gösterircesi-
ne.
mabeyn:
ara, aral›k, iki fleyin
aras›.
makam-› iddia:
iddiada bulu-
nan taraf, iddia makam›.
mana:
anlam.
manevî:
madde d›fl› olan,
maddî olmayan, manaya ait.
masum:
suçsuz, kabahatsiz,
günahs›z.
mevhum:
vehim ve hayalde
meydana getirilen, evham
ürünü olan, hakikatte olma-
yan, vehim.
mevkuf:
tevkif edilmifl, tutul-
mufl, zanl› olarak hapsedilmifl,
tutuklu.
nevi:
tür, çeflit.
sâfî:
halis, temiz.
taaccüp:
flaflma, hayret etme,
flaflakalma.
tevafuk:
uyma, uygun gel-
me, uygunluk, rastlamak,
münasebet, birbirine denk
gelme.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete
ait, ahiret âlemiyle ilgili.
ünvan:
ad, isim, lâkap.
vehim:
sebepsiz korku, belir-
siz ve manas›z korku.
vekil:
kullar›n›n ifllerine ve
r›zk›na kefil olan, her fleyi ida-
resi alt›nda bulunduran, ken-
disine dayan›lan, gözeten, fla-
hit ve koruyucu Allah (c.c.).
1.
Allah bize yeter; O ne güzel vekildir. (Âl-i ‹mran Suresi: 173.)
636 |
BED‹ÜZZAMAN SA‹D NURSÎ
D
EN‹ZL‹
H
AYATI