emarelerin ve vakalarn ve keflfiyatn flahadetiyle, cin ve
melek ve ruhanîlerin dahi, tilâveti vaktinde pervane gibi
hakperestâne etrafnda toplanmas, Kurânn kâinatça
makbuliyetine ve en yüksek bir makamda bulundu¤una
bir imzadr.
Hem, nev-i beflerin umum tabakalar, en gabi ve âmî-
den tut, tâ en zeki ve âlime kadar her birisi Kurânn
dersinden tam hisse almalar ve en derin hakikatleri feh-
metmeleri ve yüzlerle fen ve ulûm-i slâmiyenin ve bil-
hassa fieriat- Kübrann büyük müçtehitleri ve usulüddin
ve ilm-i kelâmn dâhî muhakkikleri gibi her taife, kendi
ilimlerine ait bütün hacatn ve cevaplarn Kurândan is-
tihraç etmeleri, Kurân menba- hak ve maden-i hakikat
oldu¤una bir imzadr.
Hem, edebiyatça en ileri bulunan Arap edipleri (slâ-
miyete girmeyenler) flimdiye kadar muarazaya pek çok
muhtaç olduklar hâlde, Kurânn icazndan yedi büyük
vechi varken, yalnz bir tek vechi olan belâgatinin tek bir
surenin mislini getirmekten istinkâflar; ve flimdiye kadar
gelen ve muaraza ile flöhret kazanmak isteyen meflhur
beli¤lerin ve dâhî âlimlerin, onun hiçbir vech-i icazna
karfl çkamamalar ve âcizâne sükût etmeleri, Kurân
mucize ve takat-i beflerin fevkinde oldu¤una bir imzadr.
Evet, bir kelâm, Kimden gelmifl ve kime gelmifl ve ne
için? denilmesiyle kymeti ve ulviyeti ve belâgati tezahür
etmesi noktasndan, Kurânn misli olamaz ve ona
yetiflilemez. Çünkü, Kurân, bütün âlemlerin Rabbi ve
âlim:
çok okumufl, bilen, bilgili,
bilgin.
âmî:
cahil.
belâgat:
sözün düzgün, kusursuz,
yerinde, halin ve makamn icab-
na göre söylenmesi.
beli¤:
belâgatla, düzgün olarak
meramn anlatan.
dindarâne:
dindar bir kimseye
yakflacak tarzda.
edib:
edebiyatç, edebiyatla mefl-
gul olan.
emare:
alâmet, niflan, eser, ipucu,
belirti, karine.
fehm:
anlama, anlayfl, kavrayfl,
idrak, zekâ, akl.
gabî:
anlayflsz, ahmak, bön, ka-
ln kafal, zekâs az olan, geri ze-
kâl.
hâcât:
hâcetler, ihtiyaçlar, gerekli
nesneler.
hakikat:
gerçek, asl, esas.
hakikatperestane
:
hakk ve haki-
kati severek.
hakperestane:
do¤ruluktan ayrl-
mamacasna.
Hâlk- Rahîm:
sonsuz merhamet
ve flefkat sahibi yaratc, Allah.
hums:
beflte bir.
i'caz:
mucize gösterme, kimse-
nin yapamayaca¤ fleyleri yapma.
ilm-i kelâm:
kelâm ilmi, Cenab-
Hakkn zat ve sfatlarndan, nü-
büvvet, haflir, kader gibi imana
ait meselelerden slâmî esaslar
dairesinde delil ve bürhana daya-
l olarak bahseden ilim.
irtibat
:
bir fleye ba¤l olma, ba¤-
lanma.
istihraç:
bir fleyden bir fley çkar-
ma, sonuç çkarma, mana çkarma.
istinkâf:
çekimser kalma, hakkn
kullanmama.
kâinat:
yaratlmfl olan fleylerin
tamam, bütün âlemler, varlklar.
kelâm:
söz, lâfz, ibare.
keflfiyat:
keflifler, bulup meyda-
na çkarlan fleyler, yeni bulunan
fleyler.
ksm- azam:
büyük ksm, ekse-
riyet, ço¤unluk.
maden-i hakikat:
hakikat made-
ni, do¤rularn, gerçeklerin made-
ni, do¤rularn merkezi.
makbuliyet:
makbullük, be¤enil-
mifllik, geçerlilik.
menba- hak:
hakkn ve do¤ru-
nun kayna¤.
meflhur:
tannmfl, herkesin bildi-
¤i, flöhretli, ad yaygnlk kazan-
mfl, ünlü, naml.
misil:
benzer, efl, nazr, tpks.
muaraza:
sözle karfllkl mücade-
le, söz mücadelesi.
muhakkik:
tahkik eden, gerçe¤i
arafltran, gerçe¤i arafltrp bulan,
564 |
BEDÜZZAMAN SAD NURSÎ
K
ASTAMONU
H
AYATI
bir fleyin iç yüzünü inceleye-
rek vakf olan.
mübarek:
hayrl, mutlu, kut-
lu, u¤urlu.
müçtehit:
ayet ve hadisler-
den fler'î hükümler çkarabi-
len, gerekli bütün ehillik flart-
larna sahip olan, genifl ve de-
rin bilgili din âlimi.
müncezibâne:
tutkun bir fle-
kilde, kendini kaptrmak su-
retiyle.
müfltakane:
ifltiyakla, arzu
ile, çok isteyerek, can atarak,
flevkle, severcesine.
nev-i insan:
insan çeflidi, in-
san cinsi, insano¤lu.
pervane:
geceleri fl¤n etra-
fnda dönen küçük kelebek,
gece kelebe¤i.
ruhanî:
gözle görülmeyen,
cismi olmayan, elle tutulama-
yan varlklar.
flahadet:
flahit olma, flahitlik,
tanklk.
fieriat- Kübra:
yüce, büyük,
slâm fleriat.
taife:
bölük, takm, güruh, fr-
ka.
tilâvet:
Kur'ân' usulüne uy-
gun olarak, güzel sesle ve an-
lamn düflünerek okuma.
ulûm-i slâmiye:
slâmî ilim-
ler.
umum:
hep, bütün, cümle,
herkes.
usulü'd-din:
kelâm ilminin di-
¤er bir ad.
vaka:
vuku bulan, olan, ge-
çen fley.
vecih:
yüz, surat, çehre.
vech-i i'caz:
mucize yönü.