“Kur’ân’›n belâgati takat-i beflerin fevkindedir; yetiflil-
mez.”
Hem o zamandan beri, mütemadiyen meydan-› mu-
arazaya davet edip, ma¤rur ve enaniyetli ediplerin ve be-
li¤lerin damarlar›na dokundurup, gururlar›n› k›racak bir
tarzda der: “Ya bir tek surenin mislini getiriniz, veyahut
dünyada ve ahirette helâket ve zilleti kabul ediniz” diye
ilân etti¤i hâlde, o asr›n muannit beli¤leri bir tek surenin
mislini getirmekle k›sa bir yol olan muarazay› b›rak›p,
uzun olan, can ve mallar›n› tehlikeye atan muharebe yo-
lunu ihtiyar etmeleri ispat eder ki, o k›sa yolda gitmek
mümkün de¤ildir.
Hem Kur’ân’›n dostlar›, Kur’ân’a benzemek ve taklit
etmek flevkiyle; ve düflmanlar› dahi, Kur’ân’a mukabele
ve tenkit etmek sevkiyle o vakitten beri yazd›klar› ve ya-
z›lan ve telâhuk-i efkâr ile terakki eden milyonlarla Ara-
bî kitaplar ortada geziyor. Hiç birisinin ona yetiflemedi-
¤ini, hatta en adî adam dahi dinlese, elbette diyecek:
“Bu Kur’ân, bunlara benzemez ve onlar›n mertebesinde
de¤il. Ya onlar›n alt›nda veya umumunun fevkinde ola-
cak.” Umumunun alt›nda oldu¤unu, dünyada hiçbir fert,
hiçbir kâfir, hatta hiçbir ahmak diyemez. Demek, merte-
be-i belâgati, umumun fevkindedir.
Hatta bir adam,
1
¢p
Vr
Qn
’r
Gn
h p
äGn
ƒ'
ª°s
ùdG ?p
a Én
e ! n
ís
Ñ°n
S
aye-
tini okudu. Dedi ki: “Bu ayetin harika telâkki edilen be-
lâgatini göremiyorum.”
adî:
baya¤›, afla¤›, de¤ersiz.
ahiret:
öbür dünya, öteki dünya,
k›yametten sonra kurulacak olan
âlem.
ahmak:
pek ak›ls›z, sersem, bu-
dala, kal›n kafal›, flaflk›n, zekaca
geliflmemifl.
Arabî:
Arapçaya ait, Arap dili ile
ilgili.
asr:
yüzy›l, as›r.
belâgat:
sözün düzgün, kusursuz,
yerinde, halin ve makam›n icab›-
na göre söylenmesi.
beli¤:
belâgatla, düzgün olarak
meram›n› anlatan.
dâhî:
son derece zeki, anlay›fll›,
uyan›k, deha sahibi.
edib:
edebiyatç›, edebiyatla mefl-
gul olan.
elbette:
kesinlikle, mutlaka, flüp-
hesiz.
enaniyet:
kendini be¤enme,
bencillik, egoistlik.
fert:
flah›s, kifli.
fevk:
üst, üst taraf, yukar›, üzeri.
hatta:
manaya kuvvet vermek
için “üstelik, fazla olarak, bundan
baflka, kadar, bile, dahi, hem
de...” manalar›nda, cümle baflla-
r›nda kullan›lan edatt›r.
helâket:
y›k›lma, y›k›l›fl, mahvol-
ma, mahvolufl.
icma:
bir konu üzerinde fikir birli-
¤ine varma, fikir birli¤i.
ihtiyar:
seçme, tercih, irade.
ilân:
meydana ç›karma, belli et-
me, yayma, duyurma, bildirme.
ilm-i belâgat:
belâgat ilmi.
ispat:
delil ve flahit göstererek
do¤ruyu ortaya koyma, do¤ruyu
delillerle gösterme.
ittifak:
fikir birli¤i, söz birli¤i.
kâfir:
Allah'› inkâr eden.
ma¤rur:
gururlu.
mertebe:
derece, basamak.
mertebe-i belâgat:
belâgat dere-
cesi.
meydan-› muaraza:
söz müca-
delesi meydan›, biri ile yar›flma
meydan›.
misl:
benzer, efl, naz›r, t›pk›s›.
muannit:
inatç›, ayak direyen.
1.
Göklerde ve yerde ne varsa Allah’› tesbih eder. (Hadid Suresi: 1.)
560 |
BED‹ÜZZAMAN SA‹D NURSÎ
K
ASTAMONU
H
AYATI
muaraza:
sözle karfl›l›kl› mü-
cadele, söz mücadelesi.
muharebe:
savaflma, savafl,
cenk, harp.
mukabele:
karfl› gelme, karfl›
koyma.
mümkün:
mümkün, olabilir,
imkân dahilinde, kabil.
mütefennin:
fen tahsil eden,
fen ö¤renimi gören.
mütemadiyen:
sürekli ola-
rak, devaml› olarak, aral›ks›z
flekilde, muttas›l, devaml›.
sure:
Kur’ân-› Kerîm’in ayr›ld›-
¤› 114 bölümden her biri.
flevk:
fliddetli arzu, afl›r› istek
ve heves.
takat-i befler:
insan›n gücü,
takati.
taklit:
benzemeye veya ben-
zetmeye çal›flma.
tarz:
biçim, flekil.
telâhuk-› efkâr:
fikirlerin bir-
biri pefline gelip birleflmesi,
kat›laflmas›, birbirine eklen-
mesi.
tenkit:
elefltirme.
terakki:
ilerleme, geliflme.
umum:
hep, bütün, cümle,
herkes.
zillet:
hakirlik, horluk, alçak-
l›k, afla¤›l›k, baya¤›l›k, adîlik.