Ona denildi: Sen dahi bu seyyah gibi o zamana git,
orada dinle.
O da, kendini Kurândan evvel orada tahayyül eder-
ken gördü ki, mevcudat- âlem periflan, karanlk, camit
ve fluursuz ve vazifesiz olarak, hâli, hadsiz, hudutsuz bir
fezada, kararsz fânî bir dünyada bulunuyorlar. Birden,
Kurânn lisanndan bu ayeti dinlerken gördü:
Bu ayet, kâinat üstünde, dünyann yüzünde öyle bir
perde açt ve flklandrd ki, bu ezelî nutuk ve bu serme-
dî ferman, asrlar sralarnda dizilen zîfluurlara ders verip
gösteriyor ki, bu kâinat, bir cami-i kebir hükmünde, bafl-
ta semavat ve arz olarak umum mahlûkat hayattarâne zi-
kir ve tesbihte ve vazife baflnda cufl-i huruflla mesudâne
ve memnunâne bir vaziyette bulunduruyor, diye müflahe-
de etti. Ve bu ayetin derece-i belâgatini zevk ederek, sa-
ir ayetleri buna kyasla, Kurânn zemzeme-i belâgati ar-
zn nsfn ve nev-i beflerin humsunu istilâ ederek, hafl-
met-i saltanat kemal-i ihtiramla on dört asr bilâfasla
idame etti¤inin binler hikmetlerinden bir hikmetini anla-
d.
D
ÖRDÜNCÜ
N
OKTA
:
Kurân öyle hakikatli bir halâvet
göstermifl ki, en tatl bir fleyden dahi usandran çok tek-
rar, Kurân tilâvet edenler için de¤il usandrmak, belki
kalbi çürümemifl ve zevki bozulmamfl adamlara tekrar-
tilâveti halâvetini ziyadelefltirdi¤i, eski zamandan beri
herkesçe müsellem olup darb- mesel hükmüne geçmifl.
TARHÇE- HAYATI
| 561
K
ASTAMONU
H
AYATI
dürme.
istilâ:
yükselme, yüce olma, yü-
celme.
kâinat:
yaratlmfl olan fleylerin
tamam, bütün âlemler, varlklar.
kemal-i ihtiram:
sayg ve hürme-
tin son derecesi, tam ve mükem-
mel hürmet görme.
kyas:
karfllafltrma, oranlama.
lisan:
dil, anlaflma amacyla kulla-
nlan sesli iflaretler sistemi.
mahlûkat
:
yaratlmfllar, yaratk-
lar, Allah tarafndan yaratlanlar.
memnunane
:
memnun bir flekil-
de.
mesudane:
mutluca, mutlu olana
yakflacak surette, kutlulukla.
mevcudat- âlem:
kâinattaki var-
lklar.
müflahede:
bir fleyi gözle görme,
seyrederek anlama, seyretme.
nev'i befler:
insanlk.
nsf:
yarm yar.
nutuk:
hitap, konuflma, söylev.
periflan:
bozuk, tertipsiz, düzen-
siz, muntazam olmayan.
sair:
di¤er, öteki, baflka.
semavat
:
semalar, gökler.
sermedî:
ebedî, sürekli, daimî,
ölümsüz.
seyyah:
yolcu.
fluur:
bir fleyi anlama, tanma ve
kavrama gücü.
tahayyül:
hayale getirme, haya-
linde canlandrma, zihinde can-
landrma, tasavvur etme.
telâkki:
kabul etme, alma.
tesbih:
Allah' bütün kusur ve
noksan sfatlardan uzak tutma,
Sübhanallah deme, Cenab- Hakk
(c.c.) flanna lâyk ifadelerle anma,
Allah'a söz, ifl, davranfl ve kalple
içten ibadet etme.
tilâvet:
Kur'ân' usulüne uygun
olarak, güzel sesle ve anlamn
düflünerek okuma.
umum:
hep, bütün, cümle, her-
kes.
vaziyet:
bir kimse veya fleyin du-
rumu, hâli.
zemzeme-i belâgat:
belâgat
zemzemesi, maksada uygun, öz
ve ksa söz söylemekten kaynak-
lanan na¤me, hofl ses.
zikir:
Allah'n adlarn anarak dua
etme, Allah' anma.
zîfluur:
fluurlu, fluur sahibi.
arz:
yer, dünya.
asr:
yüzyl, asr.
belâgat:
sözün düzgün, ku-
sursuz, yerinde, halin ve ma-
kamn icabna göre söylen-
mesi.
belki:
hatta.
bilâfasla:
faslasz, aralksz,
durmadan.
cami-i kebir:
büyük cami.
camit:
cansz.
cûfluhurûfl:
coflup taflma,
kaynayp taflma, nefle ve
ahenk.
derece-i belâgat:
belâgat de-
recesi.
evvel:
önce, ilk, birinci, iptida,
bafllangç.
ezelî:
ezele mensup, ezel ile
ilgili, öncesiz, bafllangçsz.
fânî:
muvakkat, geçici.
ferman:
emir, buyruk.
feza:
kâinatta, yldzlar ara-
sndaki boflluk, uzay.
hadsiz:
snrsz.
hakikat:
gerçek, asl, esas.
halâvet
:
zevk, lezzet.
hâli:
tenha, ssz.
hârika:
ola¤anüstü.
haflmet-i saltanat:
saltanatn
heybeti, büyüklü¤ü.
hayattarane:
canl bir flekil-
de, hayat sahibi olarak, hayat
sahibi imiflçesine.
hikmet:
belirli gayelere yö-
nelik, faydal, anlaml ve yerli
yerinde olufl.
hudut:
hudutlar, snrlar.
hums:
beflte bir.
hükmünde:
de¤erinde, yerin-
de.
idame:
devam ettirme, sür-