Tarihçe-i Hayat - page 561

Ona denildi: “Sen dahi bu seyyah gibi o zamana git,
orada dinle.”
O da, kendini Kur’ân’dan evvel orada tahayyül eder-
ken gördü ki, mevcudat-› âlem periflan, karanl›k, camit
ve fluursuz ve vazifesiz olarak, hâli, hadsiz, hudutsuz bir
fezada, karars›z fânî bir dünyada bulunuyorlar. Birden,
Kur’ân’›n lisan›ndan bu ayeti dinlerken gördü:
Bu ayet, kâinat üstünde, dünyan›n yüzünde öyle bir
perde açt› ve ›fl›kland›rd› ki, bu ezelî nutuk ve bu serme-
dî ferman, as›rlar s›ralar›nda dizilen zîfluurlara ders verip
gösteriyor ki, bu kâinat, bir cami-i kebir hükmünde, bafl-
ta semavat ve arz olarak umum mahlûkat hayattarâne zi-
kir ve tesbihte ve vazife bafl›nda cufl-i huruflla mes’udâne
ve memnunâne bir vaziyette bulunduruyor, diye müflahe-
de etti. Ve bu ayetin derece-i belâgatini zevk ederek, sa-
ir ayetleri buna k›yasla, Kur’ân’›n zemzeme-i belâgati ar-
z›n n›sf›n› ve nev-i beflerin humsunu istilâ ederek, hafl-
met-i saltanat› kemal-i ihtiramla on dört as›r bilâfas›la
idame etti¤inin binler hikmetlerinden bir hikmetini anla-
d›.
D
ÖRDÜNCÜ
N
OKTA
:
Kur’ân öyle hakikatli bir halâvet
göstermifl ki, en tatl› bir fleyden dahi usand›ran çok tek-
rar, Kur’ân’› tilâvet edenler için de¤il usand›rmak, belki
kalbi çürümemifl ve zevki bozulmam›fl adamlara tekrar-›
tilâveti halâvetini ziyadelefltirdi¤i, eski zamandan beri
herkesçe müsellem olup darb-› mesel hükmüne geçmifl.
TAR‹HÇE-‹ HAYATI
| 561
K
ASTAMONU
H
AYATI
dürme.
istilâ:
yükselme, yüce olma, yü-
celme.
kâinat:
yarat›lm›fl olan fleylerin
tamam›, bütün âlemler, varl›klar.
kemal-i ihtiram:
sayg› ve hürme-
tin son derecesi, tam ve mükem-
mel hürmet görme.
k›yas:
karfl›laflt›rma, oranlama.
lisan:
dil, anlaflma amac›yla kulla-
n›lan sesli iflaretler sistemi.
mahlûkat
:
yarat›lm›fllar, yarat›k-
lar, Allah taraf›ndan yarat›lanlar.
memnunane
:
memnun bir flekil-
de.
mesudane:
mutluca, mutlu olana
yak›flacak surette, kutlulukla.
mevcudat-› âlem:
kâinattaki var-
l›klar.
müflahede:
bir fleyi gözle görme,
seyrederek anlama, seyretme.
nev'i befler:
insanl›k.
n›sf:
yar›m yar›.
nutuk:
hitap, konuflma, söylev.
periflan:
bozuk, tertipsiz, düzen-
siz, muntazam olmayan.
sair:
di¤er, öteki, baflka.
semavat
:
semalar, gökler.
sermedî:
ebedî, sürekli, daimî,
ölümsüz.
seyyah:
yolcu.
fluur:
bir fleyi anlama, tan›ma ve
kavrama gücü.
tahayyül:
hayale getirme, haya-
linde canland›rma, zihinde can-
land›rma, tasavvur etme.
telâkki:
kabul etme, alma.
tesbih:
Allah'› bütün kusur ve
noksan s›fatlardan uzak tutma,
Sübhanallah deme, Cenab-› Hakk›
(c.c.) flan›na lây›k ifadelerle anma,
Allah'a söz, ifl, davran›fl ve kalple
içten ibadet etme.
tilâvet:
Kur'ân'› usulüne uygun
olarak, güzel sesle ve anlam›n›
düflünerek okuma.
umum:
hep, bütün, cümle, her-
kes.
vaziyet:
bir kimse veya fleyin du-
rumu, hâli.
zemzeme-i belâgat:
belâgat
zemzemesi, maksada uygun, öz
ve k›sa söz söylemekten kaynak-
lanan na¤me, hofl ses.
zikir:
Allah'›n adlar›n› anarak dua
etme, Allah'› anma.
zîfluur:
fluurlu, fluur sahibi.
arz:
yer, dünya.
asr:
yüzy›l, as›r.
belâgat:
sözün düzgün, ku-
sursuz, yerinde, halin ve ma-
kam›n icab›na göre söylen-
mesi.
belki:
hatta.
bilâfas›la:
fas›las›z, aral›ks›z,
durmadan.
cami-i kebir:
büyük cami.
camit:
cans›z.
cûfluhurûfl:
coflup taflma,
kaynay›p taflma, nefle ve
ahenk.
derece-i belâgat:
belâgat de-
recesi.
evvel:
önce, ilk, birinci, iptida,
bafllangݍ.
ezelî:
ezele mensup, ezel ile
ilgili, öncesiz, bafllang›çs›z.
fânî:
muvakkat, geçici.
ferman:
emir, buyruk.
feza:
kâinatta, y›ld›zlar ara-
s›ndaki boflluk, uzay.
hadsiz:
s›n›rs›z.
hakikat:
gerçek, as›l, esas.
halâvet
:
zevk, lezzet.
hâli:
tenha, ›ss›z.
hârika:
ola¤anüstü.
haflmet-i saltanat:
saltanat›n
heybeti, büyüklü¤ü.
hayattarane:
canl› bir flekil-
de, hayat sahibi olarak, hayat
sahibi imiflçesine.
hikmet:
belirli gayelere yö-
nelik, faydal›, anlaml› ve yerli
yerinde olufl.
hudut:
hudutlar, s›n›rlar.
hums:
beflte bir.
hükmünde:
de¤erinde, yerin-
de.
idame:
devam ettirme, sür-
1...,551,552,553,554,555,556,557,558,559,560 562,563,564,565,566,567,568,569,570,571,...1390
Powered by FlippingBook